Paylaş
HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, geçtiğimiz pazar günü Hürriyet Ankara Bürosu’ndaki arkadaşlarımızla bir kahvaltı yaptı. Bu sohbet ile ilgili haber pazartesi günü gazetemizde yayınlandı.
Demirtaş, Kobani’nin IŞİD kuşatması altında olduğu günlerde Başbakan Ahmet Davutoğlu ile yaptığı bir konuşmayı aktarıyor:
“Başbakan Davutoğlu ile Kobani için görüştüğümde ‘Silah gönderin, gönderemiyorsanız da silah geçişine izin verin’ demiştim. Bana ‘Bu savaş suçu olur’ demişti. Biz bu görüşmeyi yaptığımızda Suriye’ye TIR’lar gitmeye devam ediyordu üstelik. Onlar için Kobani ‘Düştü düşecek’ bir yerdi. Şimdi hikâye anlatıyorlar.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu, ne de olsa profesör, Dışişleri Bakanlığı da yaptı ve ağzından çıkan sözün ne anlama geldiğini biliyor olmalı.
Nitekim eski AİHM Yargıcı ve CHP İzmir Milletvekili Rıza Türmen de Çağdaş Ses’e verdiği söyleşide buna dikkat çekiyor.
Konunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne gelebileceğini belirten Türmen, “Uluslararası Hukuk bakımından baktığımızda Türkiye’nin başka bir ülkenin içindeki silahlı gruplara yardım yaptığı ortaya çıkıyor. Yani Uluslararası Hukuk açık bir şekilde ihlal edilmiş oluyor” diyor.
Türmen şöyle devam ediyor:
“BM şartının 2. maddesinin 4. fıkrası bir devletin başka bir devletin toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığına karşı kuvvet kullanmasını yasaklar. Böyle bir silah gönderilmesi Suriye bakımından bu maddenin de ihlal edildiği anlamına gelir. Ama bunun yaptırımı ne olur onu bilemeyiz.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu, şimdi Kobani’ye yardım için geçişine izin verilecek silahların neden savaş suçu sayılacağını
ama Suriye’deki diğer gruplara silah göndermenin neden savaş suçu sayılmayacağını bir kez daha açıklarsa iyi olur.
Böyle ‘adil yargılama’ olmaz
SURİYE’deki cihatçı gruplara silah taşıdığı iddia edilen MİT tırlarının görüntülerini yayınlayan Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şöyle konuşmuştu:
“Bu suçu işleyen kişi bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmayız onu.”
Bu ülke bir hukuk devleti ise, ki Anayasa’da öyle yazıyor, bir suçun cezasız kalıp kalmayacağı konusu Cumhurbaşkanı’nın işi değildir.
Kanunlar var, savcılar var, mahkemeler var. Bir suç kanıtlanırsa cezayı kesecek olan da onlardır, suçlanan kişiyi bırakacak olanlar da!
Ama biliyoruz ki Cumhurbaşkanı, Anayasa’yı takmıyor. Seçildiği ilk günden beri Anayasa’yı ihlal ettiği için yargının görevlerini üstlenmekte de belli ki bir sakınca görmüyor.
Nitekim, yukarıdakiler hapşırınca zatürree olan adalet sistemimiz, Can Dündar’ı suçlamakta da gecikmedi. Casusluktan tutun da, terör örgütü üyeliğine kadar üzerine yıkmadıkları suç kalmayacak gibi görünüyor.
En son olarak da Can Dündar’ın savunma hakkının kısıtlanmasına karar verdiler.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Dündar hakkındaki soruşturma dosyası için “inceleme ve örnek alma kısıtlaması” getirdi.
Yani Dündar ve avukatları, neyle suçlandıklarını tam olarak bilmeden mahkemeye çıkacaklar!
Ergenekon ve Balyoz davalarında tanık olduğumuz türden bir “savunma hakkı kısıtlaması” söz konusu.
Kısıtlama kararının gerekçesi de şu: “Soruşturmanın selameti tehlikeye düşebilir.”
Adil yargılama böyle olmaz. Suçlanan neyle suçlandığını bilmeli ki savunmasını ona göre hazırlayabilsin, savcılığın elindeki delileri çürütecek tanıklar, kanıtlar vs bulabilsin.
Bundan sonraki adım da herhalde eski ortaklarından öğrendikleri gibi bir “gizli tanık” yaratmak olacak.
Hürriyet’e gözdağı vermek istiyorlar
YUKARIDAKİLER hapşırınca zatürree olan adalet sistemimizin son uygulaması, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 28 Şubat ile ilgili “medya dosyasını açması” oldu.
Savcılık, Ankara Emniyeti Terörle Mücadele Şubesi’ne yazı yazmış, Hürriyet, Posta, Kanal D, Milliyet, Sabah, atv, Show TV sahiplerinin 28 Şubat’ın Batı Çalışma Grubu ile olan ilişkisini kurcalayacaklarmış.
“Bu süreçte alınan ihaleler ve özelleştirmelerin de” araştırılması istenmiş.
Savcılığın bu talepte bulunduğu yazının tarihi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Hürriyet gazetesi sahip ve yöneticilerini tehdit ettiği konuşmanın hemen ertesi günü!
Yani savcı kendine durumdan vazife çıkarmış, Hürriyet’e gözdağı vermeye çalışıyor.
Savcı Bey’e hatırlatayım ki o tarihte kamu özelleştirmeleri ve kamu ihaleleri şimdiki gibi kapalı kapılar ardında, “Bu ihale şu gruba, şu ihale bu adama verilsin, onlar da havuza şu kadar para koysun” diye yapılmıyordu.
Bu “Yeni Türkiye”nin icat ettiği bir uygulama, ileride ciddi davalara konu olacağını da bugünden tahmin edebiliriz.
O tarihte özelleştirmeler ve büyük kamu ihaleleri televizlondan canlı yayınla, açık arttırma usulü yapılıyordu.
Diyeceğim o ki bundan bir iş çıkmaz.
Bunun bir tek amacı var: Medya patronlarına gözdağı vermek!
“Ayağınızı denk alın, padişahımız efendimizi kızdırmayın, yoksa bir bahane bulur hepinizi hapse tıkarız” demek.
Savcı Bey, Terörle Mücadele’ye yazı yazacağına, açıp TBMM’deki 28 Şubat ile ilgili olarak kurulmuş komisyonun raporunu okumalı. Merak ettiği her sorunun yanıtı orada var.
Paylaş