O iş öyle değil Bülent Bey

AKP Grup Başkanvekili Bülent Turan’ın açıklamasını salı günü bu köşede yayınlamıştım.

Haberin Devamı

Turan, Lozan ile ilgili AKP’ye hâkim olan malum fikirleri tekrarlıyor ve şöyle diyordu:

 

“İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da adaların kaderinin konuşulduğu Paris Konferansı’na katılmama kararı veren de Lozan’daki baş temsilci İsmet İnönü’ydü. Eski Dışişleri Bakanlarımız Feridun Cemal Erkin’le, İhsan Sabri Çağlayangil’in anlatımlarına bakarsanız bunu görürsünüz.”

 

Bülent Turan Bey bu konuyu yanlış biliyor.

 

Zaten böyle konularda konuşmadan önce oturup çalışmasını, biraz kitap karıştırmasını önermemin nedeni de buydu.

 

Paris Konferansı’na Türkiye davetli filan değildi.

 

Haberin Devamı

29 Temmuz-15 Ekim 1946’daki konferansın sonucunda 10 Şubat 1947’de imzalanan Paris Antlaşması’nın konusu, İkinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği’nin, mağlupları olan İtalya, Romanya, Macaristan, Bulgaristan ve Finlandiya arasındaki antlaşmalardır.

 

Feridun Cemal Erkin, anılarında bu konferansa davet edilmek için girişimde bulunmak için hükümetten izin istediğini anlatıyor.

 

Hükümet de konferansın 2. Dünya Savaşı’nın galip ve mağlupları arasında düzenlendiğine dikkat çekerek, reddedilme ihtimalinin vereceği onur kırıklığına yol açmamak için bu girişime yol vermiyor.

 

Nitekim Erkin’in zemin yoklamak için İngiliz Dışişleri’yle kurduğu temas da aynı sonucu veriyor.

 

Paris Konferansı’na Türkiye davet edilmiyor. Çünkü konferansın konusuyla bir ilgisi yok.

 

İsmet İnönü’nün bu konferansa çağrıldığı halde gitmediği bir palavradan ibaret.

 

Öte yandan, savaştan sonra Yunanistan’da iç savaş çıkmıştı.

 

Haberin Devamı

Stalin ile Churchill, Moskova’daki görüşmelerinde savaştan sonra Yunanistan’ın İngiliz etki bölgesinde kalmasında anlaşmışlardı. Ancak savaş sırasında Yunan direnişini örgütleyen komünistler, silahlarını bırakmayı ve Atina’ya terk etmeyi reddedince iç savaş başladı.

 

Batılı müttefikler iç savaşta Atina hükümetinin elini güçlendirmek için On İki Ada’yı Yunanistan’a vermeye karar vermişti.

 

Stalin de tam ters açıdan aynı şeyi istiyordu.

 

İç savaşı komünistler kazandığı takdirde, Ege adalarının komünizm için bölgede önemli bir stratejik hedef olduğu açıktı. Stalin de bu nedenle adaların Yunanistan’a verilmesini destekliyordu.

 

Bütün bu nedenlerle Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’ndan sonra da On İki Ada’yı geri alması söz konusu değildi.

 

Haberin Devamı

Tarih, hayalleri değil, gerçekleri yazıyor.

 

Bülent Bey, bana gönderdiği açıklamada “Tarihimizdeki hataların üzerine giderek, ondan dersler çıkaralım, tabularımızı yıkarak özgüvenli bir toplum olalım” diyordu.

 

Ne güzel sözler. Elbette tabularımızdan kurtularak, özgüvenli bir toplum olma yolunda da ilerleyelim. Ama önce tarihimizi doğru öğrenelim, doğru bilgiyle yorum yapalım.

 

Not: Taha Akyol, “Bilinmeyen Lozan” isimli kitabı ve televizyon belgeseli için çalışırken konuyla ilgili kaynakları da taramıştı. Feridun Cemal Erkin’in, “Türk–Sovyet İlişkileri ve Boğazlar Meselesi” isimli kitabının ilgili bölümünü ondan temin ettim, okudum. Teşekkür etmek isterim.

 

Haberin Devamı

BUYURUN GİRİT’İ KONUŞALIM


TARİHİ olaylar, yaşandığı dönemin koşulları içinde düşünülüp öyle tartışılmalıdır.

 

Eğer böyle yapmazsak, şöyle çıkarımlarda da bulunabiliriz:

 

Abdülhamid, savaşı kazanmasına rağmen Girit’i masada kaybetti!

 

İlk bakışta doğru gibi gelebilir. Hatta siyasal konumunuz itibariyle Abdülhamid’e “ulu hakan” değil de “kızıl sultan” diyorsanız bu değerlendirmeye sarılır, ikide bir gündeme de getirebilirsiniz.

 

Ama o günün tarihsel şartlarını biliyorsanız, öğrenmeye gayret ediyorsanız böyle davranmamalısınız.

 

1896 yılında Giritli Rumlar, Yunanistan Krallığı’nın kışkırtmasıyla ayaklandılar.

 

Yunanistan 21 Ocak 1897’de Girit’e bir çıkarma yaptı ve adayı Yunanistan’a bağlamak istedi. Ancak Avrupa’nın büyük devletlerinin baskısıyla geri çekilmek zorunda kaldı.

 

Haberin Devamı

Savaş, Teselya ve Epir’e sıçradı. Edhem Paşa, Teselya’da Yunan ordusunu yendi. Osmanlı ordusu iki koldan Atina’ya doğru yürürken, Rusya müdahale etti.

 

Ordu geri çekilmez ise bunu savaş nedeni sayacağını bildirdi.

 

Abdülhamid bunun üzerine ordunun ilerlemesini durdurdu ve 10 Eylül 1897’de İstanbul’da Yunanistan ile barış anlaşması imzalandı.

 

Osmanlı, kazandığı bu savaştan sonra imzaladığı anlaşmayla Girit’i, Hıristiyan bir valinin yöneteceği özerk bir yapıya kavuşturmayı kabul etti. Kısa süre sonra Yunanistan Girit’i tekrar işgal ederek, kesin olarak Yunanistan’a bağladı.

 

Balkan Savaşları sonundaki Atina Antlaşması’yla Girit’in Yunanistan toprağı olduğu teyit edildi.

 

Abdülhamid, farklı davranıp Atina’ya yürüyebilir ya da Girit’i vermeyebilir miydi?

 

O dönemin koşullarında bu mümkün görünmüyor.

 

Rusya ile savaşacak gücümüz yoktu, bu bir.

 

Girit’i koruyacak ya da oradaki birliklere takviye gönderecek donanmamız Haliç’te çürümeye terk edilmişti ve savaş başlayınca ancak bir gösteri geçişi yapabilecek güçteydi. Bu da iki.

 

O vakit dönelim Lozan’a: Türkiye, Lozan’da 1. Dünya Savaşı’nın galiplerinden İtalya’nın elinden On İki Ada’yı alabilir miydi?

 

Alamazdı. Çanakkale ve İstanbul hâlâ işgal altındaydı. İngiliz ve Fransız donanmaları Boğazlardaydı. Ordunun savaşma gücü tükenmişti.

Yazarın Tüm Yazıları