Paylaş
AKP ise bunun tersinin doğru olduğunu, Meclis’in daha da güçleneceğini, böylece yasama ile yürütme arasında tam bir güçler ayrılığı gerçekleşeceğini iddia ediyor.
Ancak referanduma sunulacak olan düzenleme, tam tersine Meclis’in denetim yapamaz hale gelmesine neden olacak.
Mevcut Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı, 184 milletvekilinin önergesiyle sadece vatana ihanet suçlamasıyla yargılanabilir.
Oysa yeni düzenlemede Cumhurbaşkanı’nın göreviyle ilgisi olsun olmasın, vatana ihanet konusu olsun olmasın yargılanabilmesi önce 360 milletvekilinin oyunu gerektiriyor.
Burada da kalmıyor, Yüce Divan’a suçlanarak sevk edilebilmesi için 400 milletvekilinin oyu lazım.
Üstelik bu koruma kalkanı, Cumhurbaşkanı’nın görev süresi dolduktan sonra da devam ediyor.
Cumhurbaşkanı’nın kendi atayacağı, seçimle gelmeyen yardımcıları ve bakanları da aynı koruma kalkanına sahipler.
Yargılanabilmeleri için beşte üç çoğunluk gerekiyor, 360 milletvekili yani.
Anayasa değişikliği ile Meclis, yürütmenin alacağı kararların yasal zemini ile ilgili her türlü konuda devre dışı kalıyor.
Bugünkü sistemde kanun ile kurulabilen bakanlıklar, yeni il ya da yeni idari bölgeler yaratılması Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle olacak ve Meclis’in bunu denetleme olanağı yok.
Cumhurbaşkanı, olağanüstü hal ilan edildiği takdirde (ki bu kararı da Cumhurbaşkanı, Meclis’e sormadan kendi başına verebiliyor) kişisel haklara ilişkin her türlü düzenlemeyi de kararnameler ile yürütebilir.
Bir tarafta seçime katılanların yarısının seçebileceği bir Cumhurbaşkanı ve karşısında seçmenlerin tümünü temsil eden bir Meclis, ama Meclis, bütün yetkilerini o bir kişiye devretmiş durumda!
Böyle bir Meclis’e “güçlü” denilebilir mi?
YETERSİZ FAKÜLTELER KAPATILMALI
ÖĞRETMEN adaylarının girdikleri sınavda soruları yanıtlayamadıklarından dün söz etmiştik. Bu konuya devam ediyorum çünkü bu, bugün kendimize dert ettiğimiz birçok şeyden daha önemli.
Nuran Çakmakçı’nın Hürriyet’te yayınlanan dizisine görüş belirten uzmanlar, bunun en temel sebebinin öğretmen yetiştiren fakültelerin eğitim kaliteleriyle ilgili olduğunu söylüyor.
2005–2006 eğitim yılında 69 adet olan eğitim fakültesi sayısı bugün 96’ya çıkmış bulunuyor. 63 olan fen ve edebiyat fakültelerinin sayısı ise 117’ye çıkmış.
Bu okullardan her yıl 70 bin genç mezun oluyor ve ezici çoğunluğu aldıkları eğitimle ilgili iş de bulamıyor.
Fakültelerin sayısının böyle düşüncesizce arttırılmasının sonucu, eğitim kalitesinin düşmesi çünkü üniversite öğretim üyesi yetersiz ve kolay yetişmiyor. Onların boşluklarının bu fakültelerde nasıl doldurulduğunu varın siz tahmin edin.
Yapılması gereken ilk iş, bu fakültelerden eğitimi yetersiz olanları kapatmak olmalı.
Çünkü biliyoruz ki kaliteli ve yeterli öğretim üyesine sahip fakülteler de var ve hepsinin bir torbada değerlendirilmesi haksızlık.
Eğer bakanlık, sınavda 50 sorunun yarısından azını yanıtlayanların fakültelere göre dağılımını açıklamış olsaydı, bu gerçeği daha somut olarak görebilirdik.
Şimdi bu köşede 29 Ocak 2011’de yazdığım bir olayı hatırlatacağım.
Moskova Belediyesi Eğitim Dairesi Başkanı, en iyi okulların müdürlerini, bazı yükseköğretim kurumu yöneticilerini ve velileri bir araya getirmiş ve okulları denetlemiş, bunun sonucunda bir okulun artık eğitime kapatılmasına karar vermişti.
874 numaralı ortaokulun kapatılmasının ve öğretmenlerinin işten çıkarılmasının nedeni öğrencilerinin yarısından fazlasının matematikten “zayıf” almış olmasıydı. Öğrencilerin yüzde 62’si Rusçadan sınıf geçebilecek not alamamıştı. Kimya dersinde bu oran yüzde 68, İngilizcede yüzde 70.
Bunun sonucunda incelemeler diğer okullara da yaygınlaştırıldı ve kötü durumdaki okulların müdürleri ile öğretmenleri görevden alındı. “Çok kötü” durumda olanlar ise tamamen kapatıldı.
Öte yandan şuna da dikkatinizi çekerim: Otoriter bir yönetim altında olan Rusya’da, okullar ile ilgili karar verilirken öğrenci velileri de karar sürecinde yer almışlar. Düz liseye gönderdikleri çocuklarının bir gecede imam hatipli olduğunu öğrenen velilerimizden ne kadar farklı, değil mi?
Peki bir de soru: Böyle bir uygulama bizde olsa, kaç okulumuz açık kalabilir dersiniz?
MÜKEMMEL BİR DERGİ
HAFTADA en az bir kere bir kitapçıya uğrarım. Yolumun üstünde hangisi varsa.
Ve her seferinde memnuniyetle görüyorum ki çok verimli bir yazar dünyamız var.
Romanlar, öyküler, kurgu olmayan incelemeler, denemeler yazıyorlar.
Hepsini alamıyorum tabii. İki nedenle: Birincisi cüzdan ile ilgili doğal olarak. İkincisi ise “Acaba hangisini önce okusam” sorusunun yanıtını bilemiyor olmak ile.
Dünyanın önde gelen gazeteleri, zaten okuyucularının bu sorununa yanıt vermek için ya düzenli kitap sayfaları yayınlarlar ya da kitap ekleri.
Radikal’in kapanmasından sonra Hürriyet, Radikal Kitap ekini İstanbul baskısında yayınlamaya devam etmişti.
Şimdi, bu ek gelişmiş, zenginleşmiş haliyle bütün Türkiye’de dağıtılacak.
Bugün Hürriyet ile birlikte alacağınız “KitapSanat” aslında artık bir kitap ekinden daha fazlası; “bir kültür sanat dergisi” diye tanımlamak daha doğru.
Hürriyet, kendisine yakışanı yapmış, emeği geçen bütün arkadaşlarımı kutlamak isterim.
Dergiyi incelediğinizde bana hak vereceksiniz.
Paylaş