BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Ürdün’de "Genç Arap Liderleri Forumuna" katıldı ve bir konuşma yaptı.
Konuşmasını okuduğum zaman, genç Araplara verdiği mesajların doğru olduğunu düşündüm.
Demokrasinin geliştirilmesi, şeffaflık, yolsuzlukların ve yoksulluğun önlenmesi, silahlanmaya harcanan paranın cehalet ve yoksulluğa karşı kullanılması gibi hepimizin katılacağı mesajlar bunlar. Ve Arap dünyasının gelecekteki liderlerinin kulaklarını bu tür kavramlara alıştırmak açısından da önem taşıyor. Başbakan Erdoğan, Ürdün’de yaptığı bu konuşmaya da "besmele" çekerek başlamış.
Biliyorsunuz Başbakan, böyle bir alışkanlık geliştirdi.
Eğer yurtdışında Müslümanların çoğunlukta olduğu bir toplantıya katılıyorsa konuşmaya böyle başlıyor. Ya orada bulunanlara "bakın ben de sizin gibiyim" demek istiyor, ya da karşısında çok sayıda Arap görünce kontrolünü kaybediyor.
Başbakan, inanmış bir Müslüman olarak elbette kendi özel yaşamında attığı her adımdan önce besmele çekebilir. Buna kimse bir şey diyemez.
Ama laik bir ülkenin Başbakan’ı, üstelik dünyevi meselelerin konuşulduğu bir toplantıyı böyle açamaz, açmamalıdır.
Başbakan, taşıdığı sıfatın bir gereği olarak dini çağrışımlar yaratacak ifadelerden ve dini sembolleri kullanmaktan kaçınmak zorundadır.
Laik bir ülkenin devlet memurlarının uyması gereken kurallar ile Başbakan’ın uyması gerekenler arasında fark olamaz.
Ve zaten Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olma hevesinin yol açabileceği sakıncalar da bu tür konulara özensiz yaklaşımlarında yatıyor, eşinin başının örtüsünde değil.
Bir ihtimal daha var o da darbe mi dersin
GAZETECİLİK yaşamıma biri gerçek, diğeri "postmodern"iki askeri müdahale sığdı. 12 Eylül öncesinde Genelkurmay Başkanlığı binasında gece yarısından sonra yanan ışıkların sayısını takip ederek "darbe ne zaman yapılacak" falı açanlar olduğunu da biliyorum.
Ama 11 Eylül gecesi yanan ışıkları değerlendirip "Kaçın, darbe geliyor" uyarısı yapanını da hatırlamıyorum.
Gece yarısından sonra ışık sızan pencere sayısına bakarak darbe tahmini yapmaktan daha garibini dünkü gazetelerde okudum.
Muhafazakár Amerikan düşünce kuruluşlarından birisinin Avrasya Politikası Merkezi Direktörü, Türkiye’de 2007 yılında askeri darbe ihtimalinin yüzde 50 olduğunu söylemiş. Newsweek Dergisi de bunu ciddiye alıp, haber haline getirmiş.
Darbe-demokrasi olasılığının "fifty-fifty" olmasına bu direktör hanım nasıl karar vermiş diye haberi okudum, "en üst düzey askeri yetkililerle konuştuğunu" iddia ettiğini gördüm. Bu durumda "yüzde 50" sonucunun nasıl çıkarıldığını merak ediyor insan.
Konuştuğu askerlerin yarısı "darbe olur", yarısı "darbe olmaz" mı dedi mesela?
Bunun rütbelere göre dağılımı da benzer eşitlik mi gösteriyor? Orgenerallerin sayısı bir fazlaysa, bunu eşitlemek için kaç korgeneral, kaç tümgeneral gerekir?
Ya da "darbe olur" yanıtını verenlerin sahip oldukları toplam yıldız, "darbe olmaz" diyenlerin sahip oldukları toplam yıldızın iki katı kadar mı çıkıyor ki, böyle bir hesap yapılabiliyor? Karışık bir hesap vesselam! Amerikan dış politikasının burnunun neden pislikten bir türlü çıkamadığının bir göstergesi belki de bu "Düşünce üreten" kuruluşlar böyle çalışıyorsa, bence biz Türklerin durumu daha iyi!
Hiç olmazsa düşünme zahmetine katlanmıyoruz, bakıyoruz lambalara, veriyoruz kararımızı!
’Papa, Ayasofya’da dua ederse’ korkusu boş
SAADET Partisi’nin "Papa gelmesin" mitingine bir milyon kişinin katılacağı söyleniyordu, ama dünkü gazetelerdeki haberler katılımın 20-30 bin civarında olduğunu anlatıyordu.
Sayının bu kadar az olması, aslında Papa’nın ziyareti bahane edilerek Türkiye’de politika yapmanın ne kadar boş bir çaba olduğunu da gösteriyor.
Türkiye’de, Papa’nın ziyaretinin etrafında geliştirilen komplo teorileri, belli ki halkın büyük bölümü tarafından ciddiye alınmıyor.
Aylardır değişik kaynaklardan pompalanan bir komplo teorisi var: Papa, Ayasofya’yı ziyaret ederken aniden dua etmeye başlayacak ve böylece Ayasofya yeniden Hıristiyanların ibadet yeri olacak!
Pazar günü Vatan Gazetesi’nin birinci sayfasında yayımlanan bir fotoğraf, bu komplo teorisinin içinin ne kadar boş olduğunu anlatan şahane bir örnekti.
1967’de İstanbul’a gelen Papa 6. Paul ile zamanın Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in birlikte yaptıkları Ayasofya gezisi sırasında çekilen fotoğrafta, Papa’nın diz çökerek dua ettiği açıkça görülüyor.
1967’den 2006’ya kaç sene geçtiğini hesaplayın ve Papa’nın orada ettiği duanın bu kadar yılda Türkiye ve İslamiyet aleyhine nasıl sonuçlar yaratmış olabileceğini bir düşünün.
Ve sonra kendinize sorun: "Papa, Ayasofya’da dua ederse felaket olur" propagandasını yaymaya çalışanların amacı ne?
Siz bunu düşünürken Saadet Partisi’nin mitingiyle ilgili bir küçük not daha yazayım:
Partisine yapılan Hazine yardımını cebine attığı için yargılanıp mahkûm olan ve AKP hükümetinin yardımıyla hapis cezasını evinde çekmesi için yasa çıkartılan Necmettin Erbakan da mitinge bir televizyon bağlantısıyla katılmış. O konuşmayı miting alanında dinleyen kaç kişinin aklına Erbakan’ın işlediği suç geldi acaba?