Paylaş
Bu saldırı hiç kuşku yok ki demokratik bir çözüm için her şeyi konuşmaya hazır kamuoyunu olumsuz yönde etkileyecek.
Bir yandan ülkeyi yasa boğacaksınız, öte yandan “Oturup konuşalım, sorunlarımızı çözelim” diyeceksiniz. Buna kimsenin kolayca inanabileceğini zannetmiyorum.
KCK davasından tutuklu oldukları için görevlerine başlayamayan BDP’li milletvekillerinin durumu için çözüm arayacaksınız, sonra dağ başlarında pusu kurup gencecik insanları şehit edeceksiniz.
Bu nasıl bir demokratik çözüm arayışıdır?
Elbette elinde silahla dağlarda dolaşanların, demokratik bir çözümün ilk umut ışıklarını bile yok etmek için bunu özel olarak planlamış olmaları olasılığını da görmek gerek.
Niyet ne olursa olsun, sonuç değişmiyor: Böyle bir ortamda oturup rahatça demokratik çözümler aramanın olanağı yok.
Kürtlerin şapkalarını önlerine alıp iyice düşünmeleri gerekiyor: Gerçekten istedikleri nedir?
Bir yandan dağdaki katilleri kahramanlaştırmak ama diğer yandan demokratik çözümden söz etmek inandırıcı değil.
Ve onların bu tutumları, bu sorunu barış içinde çözebilmeyi ümit eden Türkleri de çaresiz bırakıyor.
BDP lideri “olaydan büyük üzüntü duyduğunu” söylemiş. Yetmez!
Saldırıyı açıkça kınamalı ve demokratik çözüm arayışına bir darbe olarak mahkûm etmeli ki inandırıcı olabilsin.
Bir Dünya Şampiyonası izledim
GEÇTİĞİMİZ hafta, Yeni Delhi’de, üst düzey “bartender”ların, sadece “özel rezerv” içkiler kullanarak yaptıkları kokteyller ile yarıştıkları bir “World Class Dünya Şampiyonası” izledim.
Barın arkasında çalışanlara artık barmen ya da barmaid gibi cinsiyete vurgu yapan isimler yerine bartender deniliyor.
Daha önce bartender’ların katıldıkları bir yarışmada jüri üyeliği de yapmıştım ama o daha çok işin gösteri kısmıyla ilgiliydi. Tom Cruise’un “Kokteyl” filmindeki gibi şişeleri atıp tutmak, ağzından alevler çıkarmak türünden yeteneklerin sergilendiği bir yarışma!
Bu yarışma ise gerçek bir “mixoloji” yarışması. Mixoloji, içkileri birbirine karıştırma bilimi-sanatı diye tanımlanabilir.
Yarışma “zamana karşı”, “erkek içkileri”, “klasik kokteyller” ve “Asya yiyeceklerine uyum” kategorilerinde yapılıyor.
Doğrusunu isterseniz bu işte kadınlar da var ama hâlâ bir erkek egemenliğinden söz edebiliriz. Bir Türk bartender da yarışmada yoktu, çünkü kullanılan üst düzey “rezerv içkiler”den ikisi dışında hiçbiri Türkiye’ye ithal edilmiyor.
Zaten bu yazıyı da onun verdiği rahatlıkla yazabiliyorum, çünkü o ithal edilen iki ürün de marketlerde, büfelerde bulabileceğiniz ürünler değil, daha çok birinci sınıf barlarda o da siz özellikle isterseniz satılıyor.
Bu ne kadar doğru bir pazarlama politikasıdır, benim işim değil ama bana yanlış geliyor yine de.
İyi kalite bir içkiyi bedelini ödeyerek içmek isteyen mutlaka bir bara gitmek zorunda olmamalı.
Ben kişisel olarak içkilerin birbirine karıştırılmasından hazzetmem. Her içkinin kendine özgü tadı, kokusu ve insanın beyninde bıraktığı bir izlenim var ve karıştırılmasını istemem. Hele bir de böyle kendi başına çok özel ürün sayılması gereken içkileri karıştırırlarsa, onu hiç anlayamıyorum.
Türkiye’de bulamayacağınız ama yurtdışında kaliteli içki dükkânlarında bulabileceğiniz Zacapa diye Guatemala’da üretilen bir rom var örneğin. Bizim alıştığımız geleneksel romlar gibi şeffaf değil, tatlı kahve bir rengi var.
Bu içkinin üretimini denetleyen uzman 60 yaşlarında, kısa boylu, hafif toplu ama Latin ırkına özgü son derece neşeli bir kadın.
Lorena Vasquez, şekerkamışının tarladan toplanıp son derece kaliteli bir ürün olarak şişeye girmesine kadar her aşamasını bizzat yönetiyor. Şekerkamışı melası fermantasyon ve damıtılma işlemlerinden geçtikten sonra fıçılanıyor. İlk yıl burbon viskilerin dinlendirilmesinde kullanılan fıçılar kullanılıyor. Sonra içi kabaca yakılmış fıçılara alınıyor, bir yıl da orda bekliyor. Üçüncü yıl cherry fıçılarına giriyor. Dördüncü yıl Pedro Ximenez şaraplarının dinlendirilmesinde kullanılmış fıçılara alınıyor. Beşinci yıl ise Fransa’da konyak için kullanılmış fıçılara alınıyor.
Bir şişenin içinde bu ürünlerin hepsi belli oranlarda var. 6 ile 23 yaş arasındaki romları karıştırıp, Zacapa haline getiren de Lorena. Bir formülü yok, formül Lorena’nın damağında ve burnunda. Böylece nesilden nesile geçen bir üretim bu ve bana kalırsa bir kokteylin içinde heba etmek yerine yemeklerden sonra sindirim için içmek daha akıllıca olur.
Don Julio ise çok özel bir tekila. Orada da üretim daha tarladaki agave kaktüslerinde başlıyor. Bunlar dev kaktüslerin gövdeleri, bir at ancak üç tane agave gövdesi taşıyabiliyor, ağırlığını ve büyüklüğünü hesap edin.
Don Julio, tekilayı bodur dikdörtgen şişelere koymayı akıl eden ilk üretici. Hâlâ işinin başında, yaşlı bir adam. Önceleri Primavera adıyla üretirmiş, meşhur olunca kendi adını vermiş ürününe.
Don Julio da Türkiye’de bulunmuyor. Bir tekilanın böylesine “smooth” olabileceğine hiç ihtimal vermiyordum.
Buğday alkolünden Hollanda’da üretilen Ketel One ve Fransa’da üzüm alkolünden üretilen Ciroc, bildiğimiz Premium votkalardan bir gömlek daha iyi geldi bana ama Grey Goose ve Belvedere’in de hakkını yemeyelim. Benim tercihim Ketel One ve onu da burada marketlerde bulamazsınız. Ketel One’ın öyküsünü 1691 yılından beri bir aile işletmesi olarak bu votkayı üreten Nolet ailesinin son mirasçısı Bob Nolet’den dinledim, sonra anlatırım. Bob, Nolet ailesinin şu anda 10. kuşağı olarak işbaşında bulunan Carolus Nolet’in oğlu.
Mey’i satın alan Diageo bütün bu ürünlerin dünya dağıtımını yapıyor.
Orada yarışmacıların kokteyllerini tadarken şunu düşündüm: Artık bir küresel dağıtım sorunu da kalmadığına göre neden Türkiye’den de birinci sınıf bir votka çıkmasın? Su deseniz şahane, buğday ve üzümden elde edebildiğimiz alkol ise iyi kalite.
Bu tür ürünlerin her yıl dünya yüzünde milyonlarca şişe satıldığını düşünürseniz, Türkiye gibi bir turizm ülkesi için hem tanıtım vesilesi hem de katma değeri yüksek bir üretim alanı yaratılmış olur.
Bugünlük yerimiz bu kadar. Gelecek cumartesi devam ederiz artık.
Çok önemli not: İçki içmek iyidir ama içmeyi de bilmek gerek. Unutmayın, “Azı karar, çoğu zarar” bir üründen söz ediyorum. 18 yaşından küçüklerin de uzak durması gerek, uyarıyorum.
Paylaş