CHP lideri Deniz Baykal, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 23 Nisan Bayramı nedeniyle Çankaya Köşkü’nde liderlere vereceği yemeğe katılmayacak.
CHP çevreleri bunu "Zorunlu haller dışında Cumhurbaşkanı ile bir temasımız olmayacak" şeklinde açıkladılar.
Bunu okuyunca şunu merak ettim: Deniz Baykal, ortada fol yok yumurta yokken mantı yemeye Cumhurbaşkanı’na gidiyor da Ulusal Egemenlik Bayramı kutlaması için neden gitmiyor?
Hatırlayacaksınız, mantılı buluşmada önemli konular konuşulmadığı, hoşbeş edildiği, yani "zorunlu bir hal bulunmadığı" bizzat Baykal tarafından açıklanmıştı.
Ben onun yerinde olsam bu özel gün için yapılan davete katılırdım.
Hatta yemekte Cumhurbaşkanı’na şöyle bile derdim: "Benim de hiç hoşlanmadığım bir gazeteci Suudi Kralı’nın hediyelerini diline doladı. Nedir durum? Neden ağzının payını vermiyorsunuz?"
Bir de askerlerin durumu var, bu meseleyle ilgili olarak.
Bir demokraside, meşru bir seçim ile işbaşına gelmiş cumhurbaşkanını yargılamak ve ona boykot uygulamak askerin işi olamaz.
Muhalefet, muhalefet partilerinin işidir. Parlamento dışındaki sivil toplum kuruluşları da varsa muhalif tavırlarını ortaya koyabilirler.
Ama görevi gereği ülkenin anayasal düzenin içinde kalması gereken askerlerin böyle bir tavır içinde olması kabul edilemez.
Askerin işi siyaset yapmak değildir!
Uygun adım marş!
GEÇEN gün bir ilköğretim okulunun bahçe duvarının dibinde yürürken içerden çocukların hep bir ağızdan şöyle seslendiklerini duydum: "Sol, sağ, sol, sağ!"
Belli ki 23 Nisan törenleri için yürüyüş provası yapıyorlardı.
Benzer provaları hepimiz yaptık. Resmi bayramlarda, hepimiz aynı adımı aynı anda atamadığımız için beden eğitimi öğretmenlerimizin verdiği cezalara da katlandık.
(Şunu hep merak ettim: O yıllarda okulun en sert öğretmeninin beden eğitimi öğretmeni olmasının sebebi neydi acaba?)
Bu bayramların ilk kutlanmaya başladığı dönemin ağır askeri ortamının etkisiyle, çocukların da askerler gibi uygun adım geçit töreni yapmaları belki normaldi.
Kim bilir belki o zamanlar "Türkler asker millettir" inanışının bir gereği olarak çocukların da askeri disiplin içinde yetişmeleri isteniyordu.
Günümüz dünyasında ise "militarizm" modası geçmiş bir ideoloji ve çocukları asker disiplini ile yetiştirmek fikri çok gerilerde kaldı.
Bu bayramın çocuklara armağan edilmiş olmasının temelinde şu görüş var: Çocuklar, ulusal egemenliğin millette olması fikrini küçük yaştan itibaren benimseyebilsinler.
Bugün bunun yolu da bu bayramı gerçek bir çocuk bayramına çevirmekten geçiyor.
Çocukların, çocukluklarını unutmak zorunda kalmadan kutlayabilecekleri bir bayram olmalı bu.
Çocukları asker gibi disiplin içinde yürütmeye çalışmakla da yapılabilecek bir şey değil.
Boş konuşan siyasetçi her yerde var
ESKİ Fransa Başbakanı ve Avrupa Parlamentosu Bağımsız Türkiye Komisyonu üyesi Michel Rocard, Sabah’a verdiği demeçte şöyle diyor:
"Mahkeme iddianameyi haklı bulursa Türkiye on yıl süren ve daha yeni içinden çıkılan istikrarsız döneme geri dönebilir. AB için büyük şok olur. Türk dostlarım umarım sorunu büyük bedeller ödemeden çözebilirler."
Bu sözleri okurken "Demek ki boş konuşan siyasetçi sadece bizim ülkemize özgü değil" diye düşündüm ve rahatladım.
Söz konusu mahkeme, bu ülkenin en üst mahkemesi!
Anayasa’da yazılı olduğu gibi halkımız egemenliğini bu organlar eliyle kullanıyor.
Böyle bir mahkemenin, önüne gelen iddianameyi haklı bulması, neden Türkiye’yi istikrarsız bir döneme sürüklesin?
Tam tersine olmalı. Bir iddianame yazıldığına göre savcı bir "suç" olduğuna inanıyor. Mahkeme de bunu haklı buluyorsa ortada gerçek bir "suç ve suçlu" var demektir.
Mahkemeden beklenen şey sırf istikrar bozulmasın diye ortadaki suçu ve suçluyu görmemesi midir?
AB bunun için neden şoka girecekmiş, anlamak mümkün değil.
Mahkeme, iddianamede yazılı suçları ciddi bulup, cezalandırıyorsa buna herkesten önce AB’nin sevinmesi gerekir. "Türkiye meğerse çok yanlış bir yoldaymış, Türkiye’de demokrasi ayakta kalabilmeli ki Avrupa’nın istikrarı bozulmasın" diye düşünmeleri daha doğru olur çünkü.
Savcının iddianamesi, iktidar partisinin ülkeyi İslami esaslara dayanan bir düzene götürme isteğinde olduğunu ve bunun için bazı girişimleri bulunduğunu söylüyor.
Mahkeme, savunmaları yeterli bulmaz da iddianamenin doğru olduğuna karar verirse AB kendisine şu soruyu sormalı:
Hangisi Türkler için, Avrupa ve dünya barışı için daha iyidir: İslami esaslara dayalı bir din devletinin hákim olduğu bir Türkiye mi, demokrasisi gelişmiş ve kendisini koruma yeteneğini kazanmış bir Türkiye mi?