Paylaş
Cumartesi günü şöyle bir haber yayınladılar mesela:
“Ankara’nın emri faciayı önledi.”
Habere göre, konsolosluk binası ağır silahlı 900 terörist tarafından kuşatıldığında “Son mermimize kadar direniriz” diyen özel harekât görevlilerini durduran şey, Ankara’dan gelen “Çocuk ve kadınların can güvenliğini riske atmayın” talimatıymış!
Fıkra gibi değil mi?
Ankara’da, Musul Konsolosluğu’ndaki kadın ve çocukların can güvenliklerini düşünen birileri vardıysa, bunu daha önce hatırlamalıydı.
Konsolosluğun esas personelini Musul’da tutma ısrarının sebebi, o bölgeyi terk etmemek olabilir.
Bunun gerekliliği tartışılabilir tabii ama sonuç itibariyle bir politikadır, konsolosluğun tümüyle boşaltılması istenmemiş olabilir, orada görevli personel de zaten bulundukları görevin tehlikelerinin bilincindedir, bunu göze alarak orada bulunuyorlardır.
Peki tehlike “geliyorum” derken, konsolosluktaki kadınları ve minicik çocukları boşaltmayı akıl edememek ne anlama geliyor?
Ankara, yaklaşmakta olan tehlikeyi ciddiye alabilseydi ya da farkına varabilseydi, kadınları ve çocukları Musul’dan sağ salim çıkarabilmek mümkün olurdu. IŞİD’in Musul’u adım adım ele geçirmekte olduğu, konsolosluğun işgalinden üç gün önce belli olmuştu.
Hatta MHP Milletvekili Sinan Ogan, bu durumu TBMM kürsüsünden dile getirmiş, ama uyarıları AKP milletvekillerince “safsata” diye nitelenmişti.
Konsolosluğun işgalinden bir gün önce, Musul Valisi kenti terk etmişti. Yani, Ankara gözünü açabilmiş olsaydı, kadınlar ve çocuklar, o gün güvenli bir şekilde Kürt özerk bölgesine geçebilirlerdi.
Ama Ankara uyuduğu ya da gerçek durumu kavramakta zorlandığı için şu anda minicik çocuklar bile ne zaman biteceği belirsiz bir esaret içindeler.
Dünya bu işe çok şaşıracak
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, ilan edilmemiş Cumhurbaşkanlığı seçim kampanyasını Artvin’de sürdürdü.
Bu işler artık “resmi ve toplu açılış törenleri” havasında yapılıyor, biliyorsunuz.
Artvin’de de 33 yatırımın resmi açılışı yapılmış, Başbakan da orada nutuk atmış.
Törenin yapıldığı meydanda toplananlar Başbakan’ın konuşmasını sloganlar atarak sık sık kesmişler. Sloganlardan biri şöyle: “10 Ağustos gelecek, dünya başkan görecek!”
Dünyanın nasıl bir başkan göreceğini de geçmiş 12 yıllık icraatından sonra artık biliyoruz:
Bir kere çok sinirli ve beğenmediği şeyler söyleyen herkesin “haddini aştığını” düşünüyor.
“Camide içki içtiler”, “Kabataş’ta türbanlı kardeşimizi taciz ettiler” gibi psikolojik savaş yalanlarını rahatlıkla tekrarlayabilen, söylediklerinin doğru olmadığı defalarca ortaya çıkmasına rağmen bundan vazgeçmeyen bir başkan görecek dünya.
Suriye ve Irak politikaları duvara toslamış, herkesle kavgalı bir başkan olacak.
Memleketindeki vatandaşlarının yarısını “ötekileştiren”, milleti birbirine düşman kamplar haline getirmeye çalışan bir başkan.
“Kupon arazileri” takip eden, bunun için bürokratları fırçalayan bir başkan.
Sıfırlana sıfırlana bitirilemeyen dövizleri evde saklayan bir başkan.
Polisin gaz fişeği ile öldürülen bir çocuğun annesini meydanlarda taraftarlarına yuhalatan bir başkan!
Evet, 10 Ağustos’ta, eğer Recep Tayyip Erdoğan seçilirse, dünya bir başkan görecek.
Ve hiç kuşku yok ki gördüğü şey de dünyayı çok şaşırtacak!
Dâhi çocuk Demir ve eğitim sistemimiz
KONYA’da 3 yaşında kendiliğinden okuma-yazmayı öğrenen ve rakamlarla işlem yapmaya başlayan 5 yaşındaki Demir’in “dâhi” seviyesine çok yakın derecede “çok üstün zekâlı” olduğu belirlendi.
Mevlana Üniversitesi’nde yapılan testler sonucunda da IQ’sunun 149 olduğu belirlendi, bu seviye “neredeyse dâhi” anlamına geliyor.
Türkiye’de bu tür üstün zekâlı çocukların ihtiyaç duyduğu kişiselleştirilmiş, özel bir eğitim verecek resmi bir kurum bulunmuyor.
Çocuğun ailesinin bu eğitimi özel bir kurumda karşılama gücü olup olmadığını da bilmiyorum.
Oysa devlet, bu tür çocukları düzenli taramalarla belirlemeli, onların ihtiyaç duyacakları özel eğitimi ailesine herhangi bir maddi yük getirmeden de karşılayabilmeliydi.
Kim bilir böyle kaç çocuk ziyan ediyoruz ama Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu konuda bir girişim içinde olduğunu da hiç duymadık.
Demir ile ilgili haberi okumuş, sonra da unutmuştum ki yeni ortaöğretim kurumları yönetmeliği ile ilgili haberler gazetelerde yayımlandı.
Buna göre bir öğrenci tüm derslerden 50 not ortalamasını tutturabilirse, kaç tane zayıf dersi olursa olsun, sınıfını geçebiliyor, üst sınıfta o derslerinden sorumlu tutulmuyor.
Milliyet’te bu yönetmelikten yararlanarak sınıf geçen bir çocuğun karnesi vardı dün.
Türk edebiyatı, coğrafya, matematik, kimya, görsel sanatlar, müzik ve iki seçmeli dersi zayıf olduğu halde not ortalaması 50.92 olduğu için sınıfını direkt olarak geçebilmiş.
Ve bu çocuk, böyle böyle liseyi bitirip, üniversite kapısına gelecek.
Bu bilgiyle hangi üniversiteyi kazanacak, kazanırsa nasıl okuyabilecek, orası meçhul!
Bunun tekil bir örnek olmayacağı da çok açık.
Milli Eğitim bakanları değişiyor, her biri kendi kafasına göre sınav sistemleri getiriyorlar ama eğitim ve öğretimin temel meseleleri ortada durmaya devam ediyor.
Hükümetin tek ilgisi imam hatiplerin sayısını arttırmaya, herkesi imam hatipli yapmaya ve dershaneleri özel okula çevirmeye yönelik.
Bunun dışında bir şeyle ilgileri yok sanki.
Türkiye, bu eğitim sistemiyle hep geri kalmaya mahkûm, umurlarında bile değil.
Paylaş