CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesinin kaldırılması önerisini AKP yöneticisi “samimi bulmadığını” söyledi.
Bu madde, TSK’ya “Cumhuriyet’i koruma ve kollama görevi” veriyor ve 12 Eylül darbesinin “yasal dayanağını oluşturduğu” biliniyor. Ben de öneriyi “komik” bulduğumu söylemeliyim. Yasadışı bir işe girişerek, askeri darbe yapıp, anayasal düzeni ortadan kaldırmak isteyenlerin “yasal dayanağa” ne ihtiyaçları var ki? Darbe yapmaya kalkışıp, bunda da başarılı olanlar zaten kendisini meşrulaştırmak için gerekli olan anayasal düzeni kendileri yaratıyorlar, kendi hukuklarını oluşturuyorlar. 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül darbecilerinin yaptığı gibi! Darbe yapmaya kalkışıp, bunda başarılı olamayanları ise TSK İç Hizmetler Kanunu’nun bu maddesi kurtarmaya yetmiyor. Bakın birçok emekli general şu anda haklarındaki “darbe teşebbüsü” iddiası nedeniyle yargılanıyor. İçlerinde savunmasını İç Hizmetler Kanunu’nun 35. maddesine dayandıran da yok. Savcılık iddiasını kanıtlayabilirse mahkûm olacaklar. İddiasını kanıtlayamazsa beraat edecekler ve beraat etmelerinin gerekçesi de 35. madde olmayacak. İktidar ve muhalefet Türkiye’yi gelecekteki olası askeri darbelerden koruyacak önlemler arıyorsa, bunun sırrı parlamenter demokrasiyi güçlendirmekten geçiyor. İnsan ve vatandaş olmaktan doğan haklarımızı serbestçe kullanmamızı garanti altına alacak, güçler ayrılığı ilkesini sağlamlaştıracak, demokratik temsil hakkını toplumun tüm kesimlerine yaygınlaştıracak önlemler, askeri darbe olasılıklarına karşı en etkili tedbirler olacaktır.
Bir küçük Yunan adasından notlar
BİR yelkenli tekneye binip, 15-16 gün süreyle etrafta açık denizden başka bir şey görmeden Atlantik’i geçmek için çabalayanları pek anlayamıyorum. Elbette doğa ile mücadele, yapılması zor olan bir işi başarma gibi saikleri ihmal etmiyorum ama bana “deniz ve tekne” denilince aklıma sadece küçük el değmemiş koylar, küçük sahil lokantaları ve artık kentlerimizde görme olanağına sahip olmadığımız uçsuz bucaksız Samanyolu yıldızlarını seyretmek geliyor. Bunun en alasını bulabileceğiniz yerler ise Ege’nin karşılıklı iki kıyısı ve o iki kıyı arasına dağılmış irili ufaklı yüzlerce adadan başka bir yer değil. Önceki hafta arkadaşım Mustafa Oğuz ile birlikte Bodrum’dan palamarı çözdüğümüzde hedefimiz Ege’yi boydan boya geçip, Atina’ya kadar ulaşmaktı. Ama bir haftalık yolculukta ancak Lipsi Adası’na kadar gidebildik. Gözümüz denizciler için hava raporu yayımlayan Poseidon’un internet sitesinde, yolumuzun üzerini boydan boya turuncuya boyayan fırtınaların dinmesini bekledik. Ben sonra feribotla döndüm, Mustafa hâlâ orada uygun hava bekliyor! Ege adaları içinde kendimi en iyi hissettiğim ada Leros’tur. Orada Panteli Koyu’na kıçtankara bağlanır, gün boyu yüzer, kitap okur sonra da ters tarafta Milos lokantasında patron Takis’in hazırladığı mezeler ve pişirdiği balıkla oyalanırdık. Bu kez zaman bol olunca adanın küçük merkezinde de vakit geçirdik. Panteli’den, Ayia Marina’ya yürürken yokuşun başında küçük bir meydan var. Süslü bir kafesi, meydana kurulmuş mangalda suvlaki (Yunan usulü şiş kebap) pişiren bir lokantası ile tipik bir ada kenti meydanı. Ama biz onlara takılmadık, meydana açılan daracık merdivenli bir sokağın köşesinde sadece altı sandalyesi ve üç küçük tahta masası olan bir “uzocu” bulduk, iyi ki de bulmuşuz! Burası Nikolas’ın, eşi Katina ile birlikte işlettiği ama “tek-tek” meyhanelerine alışkın olmayanların pek rahat edemeyecekleri bir yer. Hayatınızda yiyebileceğiniz en iyi ahtapot ızgarayı burada bulduk. Katina ertesi gün için bize dolma pişireceğini söyledi ama ne yazık ki rüzgâr hafifler hafiflemez adayı terk etmek zorunda kaldık. Katina’nın eşi, eski plaklardan kaydedilmiş cızırtılı rembetikolar çalan bir müzik setini duvardaki bir çiviye asmış. Orada yeni arkadaşlar edindik: Zorba filmindeki tiplere benzeyen emekli Nikos, bir dış ticaret firmasında çalışan Fedon, kız kardeşi Flora. Hepsi doğma büyüme Leros’lu. Leros’un özelliği eski bir tımarhane adası olması. Albaylar Cuntası döneminde de komünistler için sürgün yeri olmuş ve adanın iki tür müşterisinden nasıl bir sentez çıktığını tahmin edersiniz. Şunu söyleyeyim: Üzerimde “Cuba Libre” yazılı, Che fotoğraflı bir tişört vardı ve yoldan geçerken bir garson “Bu ada için en iyi kıyafeti bulmuşsun” dedi! Bir gün yolunuz düşerse ve dediğim gibi rahatınıza çok düşkün değilseniz bu küçük meyhaneye uğramanızı öneririm. Erken haber verirseniz Katina sizin için özel bir şeyler de pişirebilir. Bizden selam söylemeyi de ihmal etmeyin.
Perşembe gecesi Bodrum
BODRUM her zaman güzel ve sürprizleri olan bir yer ama eğer küçük bir hafta sonu tatili düşünüyorsanız bunu perşembe akşamından başlatmanız için iki gerekçe öne süreceğim: 1- Yeni açılan Bianca’da Aşkın Arsunan, orkestrası ile birlikte muazzam bir caz gecesi yaşatıyor. İyi cazın insanın ruh durumunu nasıl değiştirip, hülyalara daldıracağının bir örneğini yaşadım. 2- Marina Bar’da İstanbul Gelişim var, canlı müzik ile eğlenmenin tadının ne kadar farklı olabileceğini de bu sayede tekrar hatırladım. Garo Mafyan ve Atilla Özdemiroğlu ile arkadaşlarına Neco da eşlik ediyor. Genç şarkıcıların isimlerini ne yazık ki bilmiyorum ama böyle bir sahne performansına uzun süredir tanıklık etmediğimi söyleyeyim.