AKP İstanbul Milletvekili Gülseren Topuz’un bir gazetede yayımlanan cep telefonu numarasına mesaj gönderen Hatay Dörtyollu bir vatandaş, silahla yaralanan ağabeyinin yer yokluğu nedeniyle Adana’daki hastanelere kabul edilmediğini söyleyerek yardım istedi.
Topuz’un temas kurduğu Adana Milletvekili Ziyaeddin Yağcı da kardeşi olan başhekimi arayarak yaralı vatandaşa hastanede bir yatak bulunmasını sağladı.
Bu haberi dünkü Hürriyet’te okumuş olmalısınız.
Önceki gün de Sabah Genel Yayın Müdürü Fatih Altaylı, Türkiye’de inşa edilen en büyük yelkenli olan Maltese Falcon teknesinin sahibinin gümrük mevzuatına takılmış bazı malzemelerinin serbest bırakılması için aracılık ettiğini yazdı.
Birbiriyle alakasız gibi görünen iki haberin bize anlattığı şey aynı: Bu ülkede adamını bulursan işlerini yürütebilirsin. "Adamına" ulaşamıyorsan, en temel haklarını dahi kullanman gerçekten çok zor olabilir!
"Know how" diye, İngilizce bir ekonomi terimi var, dünyanın her yerinde kullanılıyor.
Bir hizmeti ya da bir malı üretmek için sahip olunması gereken bilgi anlamına geliyor.
Bundan yola çıkarak ben de Türkiye için geçerli olabilecek bir terim ürettim: Know who.
Bu da Türkiye’de yaşayabilmek için sahip olunması gereken en temel bilgiye işaret ediyor: İşini gördürebilmek için kimi arayacağını bileceksin!
’Yabancılara rezil olduk’ korkusu
CUMARTESİ günü Türkiye’nin batı kıyıları elektriksiz kaldı.
Birçok kentte elektrik kesintisinin altı saate kadar ulaştığı bildiriliyor.
Bursa’daki santralda meydana gelen arıza nedeniyle özellikle turizm bölgelerindeki esnafın ve turizmcilerin şikáyetçi oldukları gazetelerde yazıldı.
DHA’nın haberine göre turistler bu elektrik kesintisine inanamamışlar. Gazetelerde turizmcilerin feryatları manşet de oldu: Dünyaya-turistlere rezil olduk!
2003 yılının eylül ayının son günlerinde İtalya’da bir gezideydim. Napoli’de bulunduğum sırada Fransa’dan Güney Avrupa’ya elektrik taşıyan enerji nakil hatlarında meydana gelen bir arıza, bütün Avrupa’nın güneyini elektriksiz bıraktı.
Arıza yaklaşık 15 saat kadar sürdü. İtalyanların ve Fransızların bu nedenle "dünyaya rezil olduklarını" düşündüklerini hiç sanmıyorum.
Elbette biz turistler gibi onlar da bu durumdan yakındılar; ama bunu bir "rezillik durumu" olarak algıladıklarına dair bir işaret görmedim.
Bu durum sanırım ki bize özgü bir düşünce.
İçinde bulunduğumuz olumsuz durumlarla ilgili olarak ilk tepkimiz hep "el álem ne der" merkezinde.
Kanunlarımızı bile değiştirirken önce bunu düşünüyoruz: Yabancılar ne der, Avrupa ne yapar gibi.
Bu kompleksten kurtulmanın vaktidir artık diye düşünüyorum.
Ne yapacaksak önce kendimiz için yaptığımızı düşünmeliyiz. Böyle düşünmediğimiz için sorunlarımızı içselleştiremiyor, bunu yapamadığımız için de hiçbir işi doğru dürüst çözümleyemiyoruz.
Başbakan’a tekvandocu özel kalem müdürü!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın değişken ruh yapısının nedenlerini çok merak ediyordum.
Bazen bir melek gibi davranıyor, bazense bir öfke topu şeklinde kolayca patlayabiliyor.
Yener Süsoy’un dünkü Hürriyet’te yayımlanan Abdullah Gül röportajını okurken merakımın bir bölümünü gidermem mümkün oldu.
Meğerse işin sırrı Abdullah Bey’in bazı el-ayak hareketlerinde gizliymiş.
Başbakan’ın sinirlenmeye başladığını fark eden Abdullah Bey, elini ve ayağını kullanarak Erdoğan’ı sakinleşmeye davet ediyormuş.
Brüksel’deki ünlü 17 Aralık toplantılarında Türkiye’nin masadan kalkıp gitmemesini de bu hareketlere borçluymuşuz.
O toplantıda masanın altından birbirlerinin ayaklarına basarak sakinleşmeyi başarmışlar ve Türkiye’nin AB adaylığının kesinleşmesini sağlayabilmişler.
Masanın altında başkalarının ayaklarına basmadıkları için şükretmemiz de gerekecek elbette.
Yalnız önemli bir sorun var ki Abdullah Bey, her dakika Başbakan’ın yanında olamıyor.
Bu durumda da bizim anlam veremediğimiz öfke patlamaları yaşanabiliyor.
Acaba diyorum, Başbakan’ın yakın çevresine bir de tekvandocu mu alsalar? Başbakan sinirlenmeye başladığında usta el-ayak darbeleriyle durumu düzeltecek bir uzman...