Paylaş
“Bir ağrı saplandı yüreğime, ne zaman sevdiğim kızın şu koskoca dünyada benden farklı bir yöne gittiğini görsem olduğu gibi.”
Bu sözleri yeni yayınlanan bir kitaptan aldım. (Aşkın Canı Cehenneme, Doğan Novus Yayınları, Derleyen: Adams Medya Editörleri, Çeviren: Omca A. Korugan.)
Bu bir “özlü sözler” kitabı. “Ayrılıklar, reddedilişler, ve kırık kalpler için teselli sözleri” içeriyor.
Her ayrılık, reddediliş ve kalp kırıklığı sonunda bir öfkeye de dönüştüğü için elbette onlar da var.
Bugün bu kitabın sayfaları arasında gezineceğiz.
* * *
“Uçurtma Avcısı” isimli romanıyla adını hep acılar, savaşlarla duyduğumuz büyülü bir coğrafyanın, hiç tanımadığımız toplumsal kültürü ile bizleri tanıştıran Khaled Hosseini şöyle diyor:
“Gerçekle yaralanmak, bir yalanla oyalanmaktan daha iyidir.”
Evet, ilk bakışta çok doğru bir söz gibi görünüyor ama bunu bir de gelin, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir aşkın ardından eli böğründe bakakalanlara söyleyin.
O anda terk edilmiş âşık için tek bir gerçek vardır: Dünyada yapayalnız kaldığını düşünür, bir daha aynı heyecanı hiç yaşayamayacağını.
Bu öyle bir acıdır ki o acıyla yaşamaktansa “yalanlarla oyalanmayı” tercih eder.
Varsın yalan olsun, yalan söylesin, ama yanımda olsun!
* * *
Erotik edebiyatın en önemli isimlerinden Anais Nin şöyle yazmış:
“Aşk asla eceliyle ölmez. Kaynağını beslemeyi bilmediğimiz için ölür. Körlükten, hatalardan ve ihanetlerden ölür. Hastalanarak ve yaralanarak ölür; yorularak, solarak, matlaşarak ölür.”
Sanıyorum bunu dünyada en iyi bilebilecek insanlardan biri oydu.
Asla “sadık” değildi, aynı anda iki adamla evlenmişti ve o iki erkek de birbirlerinin varlığından haberdarlardı.
Cinselliği sınır tanımadan yaşamıştı, sayısız sevgilisi vardı, “Hiç de tatmin edici değildi” diye tanımladığı eşcinsel bir ilişki bile yaşamıştı.
Kitapları, Türkçeye de çevrildi, “Grinin Elli Tonu” gibi ucuzlukları “erotik edebiyat” saymıyorsanız, öneririm.
Anais Nin’in sözleri, “aşkın ömrü” tartışmalarına da ışık tutuyor.
Körlük, hatalar, ihanet!
Bir aşkın ömrünü belirleyen şeyler bunların varlığı ya da yokluğudur, başka bir şey değil.
* * *
“Eğer büyük bir kedere düşmüşsen, ateşe verilmiş gibi hissedersin kendini. Çünkü keder sadece canını çok yakmakla kalmaz, aynı zamanda devasa bir ateşin dumanı gibi bütün hayatına yayılır. Tıpkı insanın dumanla kaplı bir alanda siyahlıktan başka bir şey görmediği gibi, sen de kendi kederinden başka bir şey göremez olursun.”
Bu sözler “Talihsiz Serüvenler Dizisi”nin yazarı Lemony Snicket’e ait. Bu çocuk romanları Türkçede de yayınlandı. Lemony Snicket aslında bir takma isim, yazarın gerçek adı Daniel Handler.
Terk edilmiş olmanın yaratacağı keder, âşık insan için içinden çıkılmaz bir tuzak gibidir.
Önce kaçınılmaz olanı kabullenme isteği vardır. Giden gitmiştir, önüne bakman gerekir.
Ama bunu başarmak da hiç kolay değildir. Daha önce de bu köşede yazmıştım. Aşk ilişkilerindeki hayal kırıklıklarını tamir etmenin, o ağır keder duygusundan kurtulmanın yolu hemen yeni birisini bulup takılmak değildir.
Bu olsa olsa acıyı daha da derinleştirecek bir etki yaratır.
“Yeni sevgili”, çekip giden ile kıyaslanır; her hareketi, her davranışı, alışkanlıkları.
Bu da giderek içindeki kederi büyütür, aslında bambaşka bir zamanda karşılaşsan belki de çok seveceğin insanı bile göremez hale gelirsin.
* * *
Türkçede “Başka Dünyalar” isimli “kişisel bilimkurgu serüvenini” anlattığı kitabı yayınlanan Margaret Atwood, şöyle yazmış:
“Kimseyle görüşmek istemiyorum. Perdeleri çekip yatıyorum yatak odasında ve uyuşuk bir dalga gibi çöküyor üstüme hiçlik. Başıma gelenlerin hepsi benim suçum. Yanlış bir şey yaptım ben; hem de öyle büyük bir şey ki ne olduğunu bile anlayamadan altında boğuluyorum.”
Ayrılık acısıyla boğuşmanın evrelerinden biri de bu: İnsanın olup biten her şey için kendisini suçlaması!
Önce kabullenmeye çalışır. Sonra kendine acımaya başlar. “Bunca yılı boşuna harcadım” aşaması yani. Ardından gidene karşı duyulan büyük öfke gelir.
Öfke, insanın ruhunu bir kere esir aldı mı, önüne çıkan her şeyi yakıp kavuran bir ateşe dönüşür ve önünde de bizzat kendisinden başkası yoktur artık.
Kendini suçlamaya başlar, kendini suçladıkça umutsuzluk derinleşir.
O andan itibaren aslında âşık olduğu kişi ile gerçeklik bağları da kopar, sevdiği bir kadın ya da erkek değil, bizzat aşkın kendisi haline dönüşür.
Aşka âşık olmak diye tanımlıyorlar bu durumu.
Tam da bu duruma uyan bir şarkı var, Sabahattin Ali’nin şiiri üzerine, bir Ali Kocatepe bestesi. Nükhet Duru’nun unutulmaz yorumuyla dinledik, sevdik.
“Beni en güzel günümde, / Sebepsiz bir keder alır, / Bütün ömrümün beynimde, / Acı bir tortusu kalır. / Anlayamam kederimi, / Bir ateş yakar tenimi, / İçim dar bulur yerini, / Gönlüm dağlarda dolanır.”
* * *
Kitapta, her bölümün sonunda “play listler” de verilmiş.
“En iyi beş yıkıcı ayrılık şarkısı”, “En iyi beş öfkeli ayrılık şarkısı”, “Hayata devam için en iyi beş ayrılık şarkısı” gibi listeler.
Tabii editörler Türk pop müziğinden haberdar olmadıkları için en mükemmel “ayrılık şarkısını” atlamışlar.
Onu da ben tamamlayayım: Bir Bülent Ortaçgil bestesi, Müslüm Gürses de yorumlamıştı: “Bu sabah yanlız uyandım/ sensiz olmaz sensiz olmaz.”
Paylaş