Paylaş
Bugün geldiğimiz noktada artık bunu merak etmemize gerek kalmadı.
Türkiye, IŞİD için önemli bir insan kaynağı haline geldi.
Suriye içsavaşına benzin döküp, sınırlarımızın yol geçen hanına çevrilmesine göz yumduğumuz zaman gördük ki, IŞİD artık sadece Irak ve Suriye’nin değil, bizim de sorunumuzdur.
ABD merkezli araştırma şirketi Pew, Müslüman nüfusun ağırlıkta olduğu ülkelerde bir araştırma yaparak IŞİD’e sempati oranını tespit etti.
IŞİD’e sempati oranı genel olarak düşük olsa da, Türkiye, yüzde 8 ile anketin yapıldığı ülkeler arasında beşinci oldu.
Türkiye’de ankete katılanların yüzde 73’ü IŞİD’e karşı herhangi bir sempati beslemediklerini söylerken, yüzde 19’umuz ‘Fikrim yok’ yanıtını verdi.
Kafa kesen, farklı inançlara mensup kadınları cinsel köleye dönüştüren, acımasız bir örgütten söz ediliyor ve yüzde 19’umuzun bu konuda bir “fikri yok”!
Bu kolay anlaşılabilir bir durum değil. Sempati duyup duymadıkları konusunda fikir sahibi olmayanların bir bölümünün içten içe o sempatiyi beslediğini, uygun ortam bulduğunda da “sempatizan” hatta “militan” aşamasına geçeceğini söylemek ne kadar yanlış olur?
Time yazarı ve sosyal bilimci Ian Bremmer’in verdiği bilgiye göre 2015 yılında, IŞİD’e destek mesajı veren tweet’lerde Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye, Irak, ABD, Mısır ve Kuveyt’in ardından 7. sırada yer alıyor.
Paris’teki saldırının ardından Türkiye’den atılan sayısız tweet var.
Ölenleri “leş” olarak niteleyen, “kâfirler korkudan uyuyamıyor” diye sevinen, “tekbir getiren eylemcilerden Allah razı olsun” diye dua edenler var.
Musa Özbek isimli bir kullanıcı şu mesajı atmış mesela: “En can alıcı gösteri ise rehineleri teker teker öldürmeleriydi. Seneye nasıl öldürecekler acaba?”
Yeni Şafak ve Yeni Akit gibi Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın uçağından temsilcileri eksik olmayan gazetelerin köşe yazarlarının, başlıklarının eyleme “sempati” mesajları da cabası.
Burhan Kuzu gibi demokratik siyasetin içinde bulunan, hukuk profesörü unvanına sahip bir insan bile eylemi kınamak yerine “yıllarca PKK’yı desteklediniz, şimdi ektiğinizi biçin” gibisinden tweet’ler atabildi.
Devlet büyüklerimiz istedikleri kadar IŞİD’e DAEŞ desin, istedikleri kadar “Bu örgütün yaptıkları İslam’a mal edilemez” desin, gerçek şu ki memleketimizin İslamcılarının bir bölümü bu örgüte sempati duyuyor, yaptıklarını İslam adına yaptığını düşünüyor.
“Bunun İslam ile alakası yok” diyerek kafamızı kuma gömmekten vazgeçip, bu tabloyu nasıl değiştirebileceğimize yoğunlaşmanın zamanı geçti, geçiyor.
Görmezden gelmeyin geçiştirmeyin
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, milli maçta Yunanistan milli marşının ıslıklanmasını “birkaç yüz kendini bilmezin işi” olarak niteledi ve “Biz bir ülkenin milli marşına karşı saygı gösteremeyecek kadar tahammülsüz bir millet değiliz. Bu milletin genlerinde bu yok” dedi.
Gen meselesine girmeyeceğim, bunun genetik bilimiyle bir alakası yok çünkü.
Ve Cumhurbaşkanı benden duymuş olmasın ama bu ilk kez de olmuyor.
Uzunca bir süredir her milli maçta bu yaşanıyor, evet belki birkaç kendini bilmezin ıslıklamasıyla başlıyor ama bu sonra stadın çoğunluğunu kapsayan bir eyleme dönüşüyor.
Yunanistan milli maçını, diğerlerinden ayıran fark bu kez oyuncuların bu hareketi durdurmak için çaba göstermeleri ve başta Cumhurbaşkanı olmak üzere yöneticilerimizin bu hareketi kınamasıydı.
Bugüne kadar “bu hareket bütün bir kente mal edilemez” diye geçiştirme mazeretleri duyardık, bugün eleştiri duyuyoruz.
Bugüne kadar bu rezillikler geçiştirilmemiş, bugünkü gibi en yetkili kişilerin ağzından tepki gösterilmiş olsaydı, durum bugün farklı olabilirdi.
Şimdi tesellimiz, bu hareketin ciddi bir tepki ile karşılanmış olmasıdır.
Bundan sonra da bu tür hareketlere aynı tepki gösterilirse, zaman içinde “kendini bilmezlerin” sayısının azaldığını, giderek yok olacaklarını da göreceğiz.
Bütün sorun böyle densizlikleri “idare etme, görmezden gelme, birkaç yüz densizin işi diyerek geçiştirme” huyumuzdan vazgeçmek ile ilgilidir.
Milletin hakkı!
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, havuz televizyonuna çıktı ve “paralel devlet yapılanması” diye tanımladığı Fethullah Gülen Cemaati ile ilgili olarak şunu söyledi:
“Şahıs olarak onlar beni çok iyi tanıyor ama ben de onları çok iyi tanıyorum. Onlar Tayyip Erdoğan’a ihanet ettiler, ben onlara ihanet etmiyorum. Ben sadece milletin hakkını onlardan geri alma mücadelesini veriyorum. Bu ülkenin hakkını onlardan geri alma mücadelesini veriyorum.”
Bu sözleri okuyunca, sorunun devlet içinde bir “paralel yapılanmadan” daha çok, bu grubun Erdoğan’a “ihanet etmesi” olduğu anlaşılıyor.
Demek ki 17–25 Aralık olmasaydı, bir şekilde anlaşıp, birlikte el ele yaşamaya devam edeceklerdi.
Zaten işlerin en başında “Ne istedilerse verdim” diyen de Erdoğan’dan başkası değildi.
Meğerse “milletin hakkı” o arada, Fethullahçılara geçivermiş!
Paylaş