İSTANBUL 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Ahmet Şık’ın yayımlanmamış kitabı “İmamın Ordusu” ile ilgili olarak verdiği kararda şöyle bir hüküm de var:“İçerik olarak aynı mahiyetteki evrak ve tüm nüshalarına da el konulması!”
Savcılık, kitabın “örgütsel doküman” olduğu kanaatinde! Böyle midir, değil midir, mahkeme sonunda hep birlikte öğreneceğiz. Ama kararın “içerik olarak aynı mahiyetteki” başka çalışmaları da kapsaması düşündürücü. Demek ki bundan sonra “imamın faaliyetleri” ile ilgili herhangi bir kitap yazmak da yasak, böyle bir kitap çalışması için doküman biriktirmek, toplamak da yasak. Yazarsanız ya da yazmak için hazırlık yaparsanız terör örgütü üyeliği ile suçlanabilir, ne kadar süreceği bilinmeyen bir tutukluluk süresi için Silivri Cezaevi’nin yolunu tutabilirsiniz. Öte yandan İmamın Ordusu isimli kitap yayımlanamadığı için “içeriğini” de tam olarak bilemiyoruz! Bu konuyla ilgili bir kitap yazacaksanız biraz falcılık yeteneklerinizi geliştirmelisiniz ki yazacağınız kitap ile İmamın Ordusu’nun içeriği aynı mahiyette olmasın, hapsi boylamayın! Böylece Türkiye, düşünce ve ifade özgürlüğünün bir mahkeme eliyle “genel olarak kısıtlanması” ile karşılaşmış bulunuyor. “İmamın”, hangi faaliyetleri ile ilgili olarak yazarsanız yazın hatta daha yazmadan önce bilgi toplamaya başlayın, yandınız! Bu tabloya bakınca “İmamın Karısı” Sevtap Çetinkale’nin bile tehdit altında olma olasılığı var. Hatta lokanta mönülerindeki “imambayıldı” bile tehlikede! Gördüğünüz gibi konu “sulandırılmaya” da bir hayli açık. Ama içinde yaşadığımız tehdit o kadar ağır ki sululuğun ne zamanı ne de yeri!
Komuta kontrol merkezi Hasdal’da mı olacak?
BAŞBAKAN önce “NATO’nun Libya’da ne işi var yahu” dedi. Sonra Libya’ya yönelik harekâta katılmak için şartlar öne sürdü. Şartlar pek ilgi görmeyince bu kez “Ancak insani yardım amacıyla Libya operasyonuna katılabileceğimizi” açıkladı. En sonunda da TBMM’den tezkerenin geçmesini bile beklemeden 4 firkateyn, 1 yardımcı gemi ve bir denizaltı Libya’ya yönelik kuşatmaya katılmak için yola çıkarıldı. İlginç bir durum ortaya çıkıyor: Gemilerin bağlı bulunduğu Aksaz Deniz Üssü’nün komutanı Tuğamiral Cem Çakmak, Balyoz davasının sanığı olarak Hasdal Cezaevi’nde tutuklu. Donanma Komutanlığı’nın Kurmay Başkanı Tümamiral Semih Çetin de tutuklu olarak cezaevinde. Operasyona katılması için gönderilen denizaltının bağlı bulunduğu Denizaltı Filo Komutanı Tuğamiral Ahmet Türkmen de aynı davanın sanığı olarak cezaevinde tutuklu bulunuyor. Kuşkusuz ki yerlerine vekâlet eden subaylar var ama “asiller” içeride! İster istemez merak ediyorum: Acaba Hasdal Cezaevi’nde operasyonun Türk gemilerini ilgilendiren kısmını yönetecek komuta kontrol merkezi de kurulacak mı?
Hobart Paşa’nın anıları
LİBYA’nın denizden kuşatıldığı şu günlerde ben de ilginç bir kitap okuyorum. “Hobart Paşa’nın Anıları” isimli kitap, bir dönem Osmanlı Bahriyesi’nde de “paşa” rütbesiyle hizmetlerde bulunmuş Amiral Hobart’ın anıları. (Hobart Paşa’nın Anıları, İş Bankası Kültür Yayınları, Çeviren: Derin Türkömer, Hazırlayan: Kansu Şarman.) Sultan Abdülaziz döneminde ünlü Mesudiye Zırhlısı’nın komutanlığını yapmış, Karadeniz Donanması’nın komutanı olarak Ruslara çok çektirmiş, Osmanlı Donanması’nın yenilenmesinde önemli rolü olmuş bir denizci Hobart. Hobart, 13 yaşında küçük bir çocuk olarak “öğrenci subay” sıfatıyla Kraliçe’nin donanmasına katılmış. Neredeyse bütün ömrü denizlerde geçmiş, gözü pek bir denizci. Anılarını öyle tatlı tatlı anlatıyor ki insan kitabı okumaya başlayınca bitirmeden bırakmak da istemiyor. Hobart, albaylığa terfi ettikten sonra o zamanki kurallara göre dört yıl süreyle Londra’da bir gemiye komutan olarak tayin edilmeyi beklerken Amerikan iç savaşı patlak veriyor. Kuzeyliler büyük bir donanma ile Güneylilerin elinde bulunan liman kentlerini kuşatıyorlar ve deyim yerindeyse “kuş uçurtmuyorlar”. Amaç, Libya’da bugün uygulanan abluka ile aynı. Silah ve acil ihtiyaç maddeleri Güneylilerin eline geçmesin, abluka ile sarsılan Güney savaşı kaybetsin! Albay Hobart, The Don isimli küçük ve hızlı bir tekne ile “kuşatma yarıcılığı” işine soyunuyor. Bir yandan denizlerden uzak kalmamak diğer yandan da kuşatma yarıcılığın vaat ettiği serveti kaçırmamak için! Anıların bu bölümü heyecanlı bir macera romanından farklı değil. Hele denizciliğe meraklıysanız, denizi seviyorsanız rüzgârın getirdiği tuzlu suyu yüzünüzde hissedebilirsiniz, abartmıyorum. Hobart çok az kaptanın kırmayı başardığı kuşatmayı defalarca geçiyor, götürdüğü malları satıp, onun parasıyla satın aldığı pamukları o zaman İngiliz egemenliğindeki Nassau’ya getirip satıyor. Uçsuz bucaksız bir denizde, donanma ne kadar güçlü olursa olsun kuşatmanın kırılabileceğini okuyunca, Allah Libya kuşatmasına katılacak denizcilerimize kuvvet versin diye düşünmeden edemedim. Hobart’ın anılarının ekinde şu anda Atlas Tarih Dergisi Yayın Yönetmeni olan Kansu Şarman’ın tarihi olayları açıkladığı notlar da var. İlginç bir kitap okuyup günün malum streslerinden kurtulmak isteyen okuyucularıma öneririm.