Paylaş
Bunun nedenini de yine aynı köşede açıkladı: Hüseyin Gülerce, DEVLETİN ADAMI imiş
Onun gibi ben de büyük harflerle yazdım, çünkü DEVLETİN ADAMI kelimelerinin büyük harfle yazılmasının nedeni, Gülerce’nin yıllarca Fetullahçı çetenin içinde DEVLET için çalışıyor olmasıymış!
Bir örgütün içine girip devlet için çalışanlara ne ad verilir?
Çok casusluk romanı okuduğum için ben “casus” diyebilirim. İstihbarat görevlisi de denilebilir. Ajan denilebilir. Hafiye de mümkün. Siz istediğinize karar verin.
Peki bu “ajan” kimin adına çalışıyor olabilir? Herhalde Tapu Kadastro adına değil. Tahmin ediyorum Bayındırlık Bakanlığı adına da çalışmamıştır. Ya polis ajanıdır ya da istihbarat örgütünün ajanı.
Bir örgütün içine sızmış, en tepe yöneticilik mevkilerine kadar çıkmış, hatta bir ara örgütün sözcülüğünü üstlenecek kadar örgütün güvenini kazanmış bir ajanın, çok değerli bilgilere ulaşıp devlete iletmiş olmasını bekleriz. Filmlerde, romanlarda böyle oluyor çünkü.
Ama her nasılsa ordu içinde darbe yapmaya kalkışacak kadar bir güce ulaştıklarını, bu isimlerin kim olduklarını devlete bildirmemiş olmalı ki Yüksek Askeri Şûra toplantıları için hazırlanan MİT raporlarında bunların ismine rastlamıyoruz.
Hatta tam tersine bu kişilerin terfilerinin önü açılmış. Düşünün ki Genelkurmay Karargâhı, neredeyse sadece bu tiplerden oluşmuş. Darbe gecesi Genelkurmay Başkanı’nı derdest edecek kadar da sayıları çok!
Daha da ötesi Cumhurbaşkanı’nın yaverlerinin tümünü de bu örgüt mensuplarından seçmişler.
MİT’e bunların Fetullahçı olduğu bildirilmiş olsaydı, bu atamalar yapılabilir miydi?
Onun için bir kuşkumu burada ifade etmek zorundayım: Acaba bu adam DEVLET için çalışıyor görünürken, bir yandan da Fetullahçı çetenin çıkarlarını mı korumuş, onlara mı hizmet etmiş?
Casusluk âleminde bunlara “iki taraflı ajan” deniliyor, filmlerden öğrendim ben de!
Bu adam iki taraflı ajan mıymış?
15 TEMMUZ SORULARINA DEVAM
15 Temmuz’daki hain girişimin aydınlatılması için herkes kendince çaba gösteriyor.
Benim de aklımda bazı sorular vardı, daha önce yazmıştım. Bunlara yeni bazı sorular eklemek istiyorum.
15 Temmuz 2016 günü Genelkurmay Başkanı ile MİT Müsteşarı, MİT’e ihbarda bulunan binbaşının sözünü ettiği eylemin (Müsteşar’a karşı helikopterlerin katılacağı bir eylem) “daha büyük bir planın parçası olabileceğini” değerlendirdiklerinde bazı önlemler aldılar.
Müsteşar, Cumhurbaşkanı’nı aradı ama ancak Koruma Müdürü ile konuşabildi.
Normal olarak Koruma Müdürü’ne konunun önemli olduğunu ve mutlaka Cumhurbaşkanı ile konuşması gerektiğini söylemeliydi.
Ve daha o saatte Cumhurbaşkanı ile konuşabilseydi, Cumhurbaşkanı darbe girişimini eniştesinden öğrenmek zorunda kalmaz, darbe gecesi yaptığı çıkışın bir benzerini daha erken ve daha güvenli bir ortamdan yapabilir, darbe girişimini en başından çökertebilirdi.
Ancak Müsteşar sadece şunu sormakla yetindi: Güvenliği sağlayacak yeterliliğe sahip misiniz?
Olumlu yanıt aldığı için de daha sonraki saatlerde Cumhurbaşkanı’nı yeniden aramayı denemedi.
Bu konuşmanın içeriğinin önemli olduğunu düşünüyorum.
Sözü edilen konu bazı askerler tarafından icra edilecek “büyük bir planın parçası”.
Cumhurbaşkanlığı Koruma Müdürlüğü’nün elindeki olanaklar belli: Az sayıda insan ve askerlerle kıyaslanırsa son derece hafif kalacak silah ve mühimmat.
Karşıdaki askerlerde helikopter var, F–16 var, tanklar var, ellerindeki silahlar ağır silahlar ve özel eğitimliler.
Normal olarak Koruma Müdürü’nün, “Ne tür bir tehdit ile karşı karşıya kalabiliriz” diye sorması gerekmez miydi?
Müsteşar’ın daha sonraki açıklamalarından sormadığı anlaşılıyor. O zaman, Koruma Müdürü elindeki olanakların “yeterli olacağına” nasıl karar verebildi?
Müsteşar, Başbakan’ı aramadığı gibi, Başbakanlık Koruma Müdürü’nü de uyarma gereği duymadı.
Başbakanlık önemsiz bir makam mı?
Bazı askerler tarafından icra edilecek “daha büyük bir planın varlığından” kuşkulanıldığında, Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın, diğer bakanların güvenliğinin sağlanması ihmal edilecek bir şey midir?
YASAKLA, KURTUL
KAYSERİ Valiliği, her yıl geleneksel olarak düzenlenen Erciyes Türk Kurultayı’nın yapılmasına bu yıl izin vermedi.
Hani Devlet Bahçeli’nin de geçmiş yıllarda katılıp demir dövdüğü geleneksel tören var ya, işte ondan söz ediyorum.
Valiliğin gerekçesi “ülkenin içinde bulunduğu durum”!
Dağ başında belli bir alanda yapılacak bir toplantıda bile güvenliği sağlayamayacağından endişe eden bir vali mi var, yoksa “parti devleti” uygulamasına Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girmesinden önce mi geçildi?
Ankara Valiliği de Ankara’da 1 ay süreyle her türlü gösteri ve toplantının yasaklandığını açıkladı. Gerekçe yine aynı: Ülkenin içinde bulunduğu durum, güvenlik sorunları vs.
Mardin Valiliği de geri kalmadı, 1 aylık yasak orada da aynı gerekçeyle yürürlükte olacak.
Valilerin işi ne kadar kolay gördüğünüz gibi: Güvenliği sağlayıp vatandaşların AİHS ve Anayasa ile güvence altına alınmış temel haklarını kullanmalarına uygun ortam sağlamak yerine yasakla gitsin!
İyi de en yüksek idari amirler, memlekette güvenlik sorunu olduğunu açıklarlarken, bu ülkeye turist nasıl gelecek?
Paylaş