Paylaş
Asgardiya, Dünya yörüngesine yerleştirilecek bir tür uzay gemisine benzeyen bir “yapay gezegende” kurulacak. Kendi yasalarıyla yönetilecek ve bu arada biz Dünya’da kalanlara da iyilik yapıp bu mavi boncuğu meteor fırtınalarından ve uzay çöplerinden de koruyacak.
Almanya’nın Sesi’nden Başak Sezen’in haberine göre Asgardiya’da yaşamak için müracaat edenler arasında Türkiye’den yapılan müracaatlar birinci sırada.
Birleşmiş Milletler’de “devlet statüsü” alabilmek için 100 bin “vatandaş” gerekiyormuş, Asgardiya şimdiden 300 bini bulmuş.
Başvuruda bulunanlar 226 ülkeye yayılmış durumdalar.
43 bin başvuru ile Türkiye zirvede!
Bizi, 39 bin 716 kişi ile Çin ve 34 bin 433 kişiyle ABD izliyor.
Sırasıyla Endonezya, Brezilya, İtalya, İngiltere, Meksika, Hindistan ve İspanya ilk 10’da yer alan diğer ülkeler.
Asgardiya’nın CEO’su (bir tür devlet başkanı sayılabilir) Lena De Winne, uzay biliminin kurucularından Konstantin Tsiolkovsky’nin, “insan ırkının sonsuza dek Dünya’da kalmayacağını, atmosferi geçip Güneş’in etrafındaki tüm gezegenleri fethetmesi gerektiğini” söylediğini hatırlatıyor ve yıl sonunda sembolik bir uydunun bu amaçla uzaya gönderileceğini açıklıyor.
Müracaat edenlerin verileri bu uydudaki bir hard diskte olacak ve müracaatçılar sanal olarak uzayda yaşamaya da başlayacaklar.
Asgardiya vatandaşı olmak için yılda 56 ABD Doları da verirseniz bir yıllık Space Journal dergisi aboneliğine de hak kazanıyorsunuz. Ayrıca gelecekte önünüze serilebilecek iş olanaklarından da yararlanmanız serbest olacak.
Asgardiya’ya yerleşmek için müracaatta bulunan Türklerin “birinciliği” kimselere kaptırmamış olmasını nasıl yorumlamalıyız?
Baudelaire, insan ruhuna musallat olan mutsuzluğun, başka şeylerden değil, kendisinden kaynaklandığını düşünürdü.
“Nerede olursa olsun, yeter ki bu dünyanın dışında olsun” derken yeryüzünde olmanın insana vereceği acıya işaret ediyordu.
Acaba “içimizdeki Asgardiyalılar” kendilerine bu sözü mü motto bellemişlerdi?
Haksız da sayılmayabilirler.
Türkiye’de yaşamanın insana acı veren yönlerinin varlığını tartışmak bile yersiz.
İşlemedikleri suç iddiaları nedeniyle şu anda hapishanede olan gazeteci arkadaşlarım, meslektaşlarım var.
Onlar içerideyken, dışarıda olmak, bu gerçekliğin büsbütün dışına çıkabilme olanağını da vermiyor insana.
Moralinizi bozmak istemem ama Türkiye’de 16 milyon insan “yoksulluk sınırının altında” yaşıyor.
Onlarla günlük hayatımızda bir şeyleri paylaşmıyor olmamız, yok oldukları anlamına gelmiyor.
Aynı şehirlerde yaşadığımız, her şeylerini kaybetmiş Suriyeli göçmenleri, onların geleceğe dair ümitleri olmayan çocuklarını yok sayarak mutlu olabilir miyiz?
Çalışma yaşına gelmiş 7 milyon vatandaşımız işsiz. Bir iş bulabilme ümitlerini kaybedenlerin sayısı da her geçen gün artıyor.
Mutsuzluğumuza gerekçe yaratabilecek o kadar çok konu var ki tek tek burada sayabilmeme olanak yok.
Acaba 43 bin Türk, bundan kaçabilmek için mi Asgardiya’ya gitmek istiyor?
Yoksa bu ulusal genlerimize kazınmış göç etme isteğinin bir sonucu mu?
Hiç kuşkusuz ki Türklerin tarihindeki en vizyoner insan, Orta Asya’nın giderek çölleşmekte olduğunu fark edip “Toplayın çadırları, gidiyoruz” diyerek Büyük Göç’ü başlatan insandı.
Yine böyle bir Büyük Göç arifesinde miyiz?
Ama öte yandan Türkiye kadar eğlenceli bir başka ülke bulabilmek de o kadar kolay değil.
Her şeyle, her durumla dalga geçme üzerine şakalar üretme yeteneğimiz neredeyse sınır tanımıyor.
Kim bilir belki de aslında oturup üzerine ciddi ciddi konuşmamız gereken konuları şaka vesilesi haline getirdiğimiz için çözemiyoruz.
Düşünün ki Türkiye toplumsal tarihinin en büyük kitlesel eylemlerinden biri olan Gezi protestoları bile “orantısız zekâ” yüzünden şaka konusu haline geldi.
Bir kentimizi seller götürünce Başbakan basın toplantısında “Yağmur yağıyor, seller akıyor, belediye başkanı camdan bakıyor” diye çocuk şarkısı bile söyledi.
Ayrıca bu ülkede yaşamak her zaman sürprizlere açık olduğu için adrenalininizi yüksek de tutar.
Osman Hoca’ya bakarsanız bu aynı zamanda uzun yaşamak için insana gerekli “stresi” de sağlayan bir şey.
Bir düşünün İsveç’te yaşadığınızı. Trenler, otobüsler zamanında kalkar, su kesilmez, elektrik kesintisini hiç duymamışlar, herkes trafik kurallarına uyar, erken yatıp erken kalkarlar.
Unutmayın, bizde çocukların televizyonda seyredebileceği programlar bile gece yarısına kadar sürebiliyor.
Bu cennet gibi ülkede Tanrı’ya bile rüşvet teklif etme cesaretini gösterenler var: “Büyük ikramiye bana çıkarsa yarısını fakirlere dağıtacağım” diye kendilerinin bile inanmayacakları vaatlerde bulunabiliyor insanlar.
Baudelaire, Romantik Sanat isimli kitabında şöyle yazmıştı:
“19. yüzyıl bilgeliğinin onca sıklık ve onca hoşlukla sayıp döktüğü çok sayıdaki insan hakları arasında çok önemli iki tanesi unutulmuştur” diye yazıyordu: “Kendini yadsıma ve çekip gitme hakkı.”
Kim bilir belki de “içimizdeki Asgardiyalılar” toplumun ve ailelerimizin bize tanımladığı rolün içine sıkışıp kalmaktan yorulup bunaldılar ve bu haklarını kullanmak istiyorlardır.
Acaba benim sıkça seyahate çıkmamın nedeni de bu mu: Uzun yürüyüşlerle, “çekip gitme hakkımı” mı kullanıyorum?
Paylaş