Paylaş
Çünkü bu kasabadaki Sea Life Center’daki beyaz benekli bir bambu köpekbalığı “bakire doğum” yoluyla iki yavruya sahip olmak üzere.
Söz konusu köpekbalığı bu merkeze 2013 yılında getirilmişti. O günden beri de kendi türünün tek örneği olarak bir akvaryumda yaşıyordu.
Kendi türünden herhangi bir erkek ya da dişi köpekbalığı ile 2013 yılından beri karşılaşmamıştı.
Deniz biyoloğu ve köpekbalığı uzmanı Darren Gook, bunun bir “parthenogenesis” üreme olduğunu söylüyor.
Bu, herhangi bir erkek ile birleşmeye gerek kalmadan, dişideki yumurtadan yeni bir canlının oluşması olarak tanımlanan bir tür eşeysiz üreme şekli.
Üremek ve neslini devam ettirmek için türünden bir erkekle karşılaşma olanağı hiç olmayan dişi köpekbalığı, böylece bir anlamda kendisini de klonlamış bulunuyor.
Doğanın bir mucizesi bu.
Aslında kendi kendisini klonlayarak üreyen başka canlılar da var.
Amazon molisi adını taşıyan mikroskobik büyüklükteki bir balık, Poeciliopsis adını taşıyan bir cins “dişli sazan” ve kamçı kuyruklu çöl kertenkelesi de bu yolla ürüyor.
Ama bunlar “gynogen” yaratıklar. Yani zaten hiçbir şekilde bir erkeğe ihtiyaç duymadan kendi kendilerini klonlayarak ürüyorlar.
“Poeciliopsis” ve “kamçı kuyruklu çöl kertenkelesi”nin erkeklerle hiç işi yok.
Ancak “Amazon molisi” gynogen olmasına rağmen, kendilerine benzeyen iki balık türünün erkekleriyle de ilişkiye giriyor. Bu klonlanma işleminin başlaması için gerekli bir eylem, o kadar. Erkeğin DNA’sı hiçbir şekilde yumurtalara geçmiyor, yavrular annenin birebir kopyası oluyorlar.
Onun için bu köpekbalığının kendi kendine “hamile” kalmış olması inanılması güç bir mucize.
Dünya yüzündeki üreyebilmek için bir eş arayan canlılardan bunu bulma olasılığının birçok tür için yüzde 50 civarında olduğunu düşünecek olursak, kendi kendine üreyenleri çok şanslı sayabiliriz.
Tabii her canlı, mesela kurtlar ya da yaban atları kadar talihsiz değil.
Örneğin kara salyangozları dünyanın bir eş bulma konusunda en şanslı canlıları.
Tüm dünyada 25 bin tür kara salyangozu var ve neredeyse her taşın altında bir koloni yaşıyor.
Ve salyangoz araştırmacıları, salyangozların cinsel yaşamının yanında ‘Grinin 50 Tonu’nun, bir beyaz dizi romanı sayılması gerektiğini söylüyorlar.
Çiftleşmeden önce uzun bir önsevişme dönemi yaşıyorlar, bazı türlerde bu 20 saate kadar uzayabiliyor.
Bir eş bulmanın tadını en iyi onlar çıkarıyor gibi görünüyor.
Ancak biyolog Stephan Leu’nun, monogam (tekeşli) kertenkeleler üzerinde yaptığı bir araştırma, eş değiştiren türlere göre monogam canlıların daha kolay ve hızlı üreyebildiklerini ortaya koyuyor.
Kral albatroslar başta olmak üzere kuş türlerinin tekeşli olmasının nedeninin de bu olduğu tahmin ediliyor.
Baharın artık eli kulağında, hatta küresel ısınma nedeniyle baharın geldiğini bile söyleyebiliriz.
Bütün canlılar, baharla birlikte tatlı bir heyecanla türlerini devam ettirmeye koyuluyorlar.
Kendi kendine üreyen beyaz benekli bambu köpekbalığı ile ilgili haberi okuduğumda, benim için baharın habercisi sayılan Bebek’teki anıtsal manolya ağacı da açmıştı.
O güzelim çiçekler rüzgârdan ve yağmurdan tamamen dökülmeden önce Bebek’e bir uğramanızı öneririm.
O yaşlı ağacın değişim hızını yakalamak kolay değildir.
Kanarya Adaları doğumlu İspanyol şarkıcı Rosana’yı bilir misiniz?
Sesi sigaradan hafifçe kalınlaşmış kadınları çağrıştırır bana. Belinin arkasında iki tane de gamzesi olduğunu hayal ederim nedense.
Adını hatırlamıyorsanız bile şu şarkısını mutlaka dinlemiş olmalısınız, dinlememiş olanlar için de YouTube var: Şarkının adı El Talisman.
Fıkır fıkır bir Latin şarkısı bu!
“Yo soy la tierra de tus raices – Köklerinin toprağıyım” diyor şarkı.
Aşkı bundan güzel tarif eden belki başka birçok şiir, şarkı sözü vardır ama benim için bu basit sözler sanki evrendeki her şeyi açıklıyor gibi.
İçinde bir kök beslemeyen toprak, toprak mıdır?
Ya da tersi: Köklerini bir toprağın içine salmadan, onunla bütünleşmeden hangi ağaç büyüyebilir ki?
Bu açıdan bakıldığında biz insanların ihtiyaç duydukları toprağın aşk olduğunu düşünüyorum.
Başlangıçta bizi sadece heyecanlandıran kişiyi içine alarak, büyütüp besleyebilecek bir toprak!
Kök ile toprak birleştikçe, birbirinden ayrılmaları imkânsız hale geldikçe yaşamın derin anlamına da ulaşabiliyoruz.
Paulo Coelho’nun ‘Simyacı’sında sadece iki kere gördüğü bir rüyanın peşine takılıp bilmediği bir ülkeye gelen İspanyol çoban, romanın sonunda şöyle diyordu: “Gerçekte kendi kişisel menkıbesini yaşayan kimseye karşı hayat cömerttir.”
Hayatın sadece biz insanlara karşı değil, bütün canlılara karşı ne kadar cömert olduğunun örneklerini aktardım yazının başından beri.
Böceklere, kuşlara, balıklara, ağaçlara!
Ama onların hepsinden daha şanslıyız, düşünebiliyoruz, âşık olabiliyoruz.
Köklerimizi aşka salmanın tam zamanıdır, yakında kiraz da çıkar, bir bahar daha yaşayacağız.
Sonra daha kaç bahar göreceğiz, kim bilebiliyor?
Paylaş