Paylaş
Demokratik bir ülkede normal karşılanması gereken bir eylem!
Karşı çıktıkları şeyin “daha fazla demokrasi” mi, yoksa hükümetin ne olduğu bilinmeyen “Kürt açılımı” mı olduğunu tahmin etmek de zor değil.
Sorun en temelinde hükümetin ikircikli tutumundan kaynaklanıyor.
“Ne pahasına olursa olsun sonuna kadar gideceklerini” söyledikleri bir açılım sözünü ortaya attılar ve şimdi kayıplar.
Ortaya elle tutulur bir proje hâlâ koyamadıkları için de bütün tartışma DTP ve PKK’dan kaynaklanan talepler üzerinden yürüyor ve buna geniş kitlelerin tepki göstermesinde de bu nedenle şaşılacak bir durum yok.
Hükümet başka birçok iş gibi bu sorunu da iyi yönetmeyi başaramadı.
Bir gün “Ne pahasına olursa olsun sonuna kadar gideriz” diyenler, ertesi gün kolayca “Kafamızı kızdırmayın hiçbir şey yapmayız” noktasına gelebiliyorlar.
Çok ciddi bir ayrılıkçı terör saldırısı içinde yıllardır yaşıyoruz.
Ayrılıkçı fikirler, terör bittiğinde de yaşamaya devam edecek. Bugün birçok ülke aynı şeyi yaşıyor, ayrılıkçı fikirler meclislerde temsil edilebiliyor, ama kimse silaha sarılmıyor.
Elinde silah ve terörle bir yere varabileceğini sananlar gelişen demokratik ortamda giderek marjinalleşiyorlar, etkilerini kaybediyorlar.
Hiç kuşkusuz bizim ülkemizde de işin sonunda varacağı nokta burası olacak.
Ama önce hükümetin eteğindeki taşı ortaya dökmesi gerek.
Bunda gecikilmesi sadece PKK’nın işine yarıyor.
Hukukun üstünlüğü ayaklar altında
DOĞAN Yayın Holding’in hükümet talimatıyla verilmiş vergi cezalarına ve yasanın açık hükmüne aldırmayarak teminat istenmesine yönelik olarak açtığı davalarda yaşananlar, bir hukuk devletinde asla yaşanamayacak durumlar.
Yandaş medyada birbiri ardına üretilen yalan haberler ile yargıçların baskı altına alınması yetmediği gibi kararların açıklanmasında da tuhaf durumlar yaşanıyor.
İstanbul 1. Vergi Mahkemesi’nde yürütmenin durdurulması istemiyle açılan dava ile ilgili karar, Doğan Yayın Holding yetkilileri tarafından “dolaylı olarak” öğrenildi.
Karar, daha davacıya tebliğ edilmeden her nasıl oluyorsa yandaş medyada birinci sayfadan yayımlanabiliyor.
Belli ki “yandaş medya”, giderek “yarı resmi medyaya” dönüşüyor.
Mahkeme kararları, savcılık hazırlık soruşturmasının ayrıntılarını bile önce oralarda yayımlanıyor.
Hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı prensibinin açıkça çiğnendiği bir ülkede yaşıyoruz.
Mahkemelere de güvenemezsek neye güveneceğiz?
Bir kez daha: Üzgünüm Leyla!
FENERBAHÇE-Galatasaray maçının üzerine birkaç söz söylemeden geçemeyeceğim.
1- Ağır ceza verilmeli: Bu maçta da sahaya yabancı maddeler atıldı. Dördüncü hakemin kafası yarıldı. Küfür tempolu ve yüz kızartıcıydı.
Bir Fenerbahçeli olarak bundan utanç duyuyorum. Fenerbahçe’nin iyi oynayarak kazandığı bir maça gölge düştü.
Buna engel olmak Futbol Federasyonu’nun elinde. Belli ki bugüne kadar verilen cezalar aklın hâkim olmasına yetmemiş. Bu tür olaylarda cezalar ağırlaştırılmalı ki tekrar etmesi önlenebilsin. Bu maçtaki olaylara Federasyon’un göstereceği tepkinin derecesi, benzer olayların önümüzdeki maçlarda tekrarlanmaması için çok önemli.
2- İddia meselesi: Maçtan önce kalabalık bir grup ile Berlin’de idik. Yemekte girdiğimiz bir iddia kaybeden takımı tutan arkadaşlarımızın rakip takım forması giydiği bir yemekte toplanmak şeklinde Vatan’a da yansıdı.
Galatasaraylı Hasan Cemal bu iddiayı kabul etmedi. Sanıyorum başına gelecekleri tahmin etmişti. Biz sakınca görmemiştik, çünkü zaten giymek zorunda kalmayacağımızı biliyorduk
İddia şöyle sonuca bağlanmıştı: Galatasaraylılar (Hasan Cemal, Ajlan Acar ve Cem Aydın) ve Fenerbahçeliler (ben, Erman Yerdelen, Mustafa Oğuz, Ergun Özen, Ergun Babahan) maçtan sonra NTV Spor’da canlı yayına çıkıp, ne hissettiğimizi anlatacaktık.
Kolayca tahmin edebileceğimiz gibi Galatasaraylı arkadaşlarımız sözlerini tutmadılar, canlı yayın da yapılamadı.
Onun için de bu yazının başlığı en ateşli iddiacı Hasan Cemal’e ithaf ediliyor!
Paylaş