MERKEZ Bankası’nın başına kimin atanacağı tartışılırken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Yeni Türk Lirası’ndan "yeni" ibaresinin bu yılın sonunda atılacağını açıkladı.
Çiğdem Toker’in dün Hürriyet’te yayımlanan haberi, Merkez Bankası teknik kadrolarının bu gelişmeden haberdar olmadıklarını anlatıyordu.
Daha önce yapılan açıklamalar, Yeni Türk Lirası’nın Türk Lirası’na dönüşme sürecinin ancak iki yılda tamamlanabileceği yolundaydı.
Şimdi bu değişiklik önümüzdeki dokuz ay içinde gerçekleştirilebilir mi, bilemiyorum.
Belli ki Başbakan, dilimiz "yeni lira"ya iyice alışmadan tekrar eskiye dönmeye karar vermiş.
Bu kararla cebimizdeki káğıt ve bozuk paraların tümünün yeniden basılması gerekecek.
Eski liradan yeni liraya geçilirken yeni paraların basılması için harcanan para yaklaşık 20 milyon dolar olmuştu. Demek ki şimdi bir 36 milyon dolar daha (Ekonomi Servisi’nin haberine göre) harcayacağız.
Merkez Bankası’nın ve Banknot Matbaası’nın bu konuda hiçbir hazırlığının olmadığı da bir başka gerçek olarak önümüzde duruyor.
Ancak bu açıklamanın gösterdiği bir konunun çok önemli olduğuna inanıyorum.
Ya Başbakan o gün canı öyle istedi diye ağzına geleni söylemekten çekinmiyor, ya da ekonomiyle ilgili kararlar, uzmanlarla konuşulup tartışılmadan bir gecede alınabiliyor.
Bunun sağlıklı bir yönetim tarzı olduğuna inanıyor musunuz?
Hani arada bir fark yoktu!
İSLAMCI gazetelerde yayımlanan eleman ilanlarında aranan vasıflardan birisinin "dindarlık" olması giderek yaygınlık kazanıyor.
Daha önce de bu tür ilanlardan söz etmiştim, okuyucularım hatırlayacaklardır.
Dün de Vakit’te bu gazetenin abone servisine alınacak personelle ilgili bir ilan vardı.
Bu kez tercih edilen vasıf "imam hatip liseli" olarak belirtilmiş.
Bu gazetelerde yazıp çizenler, her fırsatta devletin ve YÖK’ün imam hatiplilere ayrımcılık yaptığından yakınıyorlar.
Onlara göre imam hatip mezunları ile düz lise mezunları arasında hiçbir fark yok!
İlanı okurken şunu düşündüm: Bu iki tür lise mezunları arasında bir fark yoksa Vakit neden imam hatipli olmayı "tercih nedeni" olarak belirtmiş?
Acaba, bu ayrımın özellikle belirtilmiş olmasının nedeni, aşırı İslamcı kesimin bu liseleri bir tür "arka bahçe" olarak görmelerinden mi kaynaklanıyor?
Bu kez kendimi eleştiriyorum
SOKAK çocuklarına yardım amacıyla düzenlenen bir sergi hafta başında sona erdi.
66 sanatçının eserleri Beyoğlu Yeminli Mali Müşavirler Odası’nda ve Beyoğlu Belediyesi Sanat Galerisi’nde sergilendi. Her iki kuruluş da eserlerin sergilenmesi için salonlarını ücretsiz olarak tahsis etmişlerdi.
Serginin basın aracılığıyla duyurulması ve sanatseverlerin ilgisini çekebilmesi amacıyla bu kuruluşlar bir açılış kokteyli de düzenlemişlerdi.
Böylece sergideki eserlerin satılabileceği ve gelirinin sokak çocuklarına bağışlanabileceği tahmin ediliyordu.
Ama tahminler boşa çıktı. Çünkü her gün sokaklarda türlü tacize uğrayan, kapkaç çetelerinin eline düşen çocukların haberlerini yayımlayan gazeteler, bu sergiyle ilgili haberlere ilgi göstermediler.
RessamNihal Güreş’in, sokak çocuklarına hitaben yazdığı bir mektup, dün e-postama geldi. Güreş, girişimleri başarısız olduğu için sokak çocuklarından özür diliyordu.
Her gün köşemde istediğim her konuyu yazma olanağına sahip bir gazeteci olarak bu mektubu okurken utandığımı itiraf etmeliyim.
Serginin davetiyesi bana da gelmişti; ama sanatseverlerin dikkatini bu sergiye çekecek küçücük de olsa bir not yazmadığım için kendimi eleştiriyorum.
Her gün gazetelerde sorumluluklarını yerine getirmeyen yetkilileri eleştiriyoruz.
Gazetecilerin de topluma karşı yerine getirmeleri gereken bazı sorumlulukları olduğu gerçeğini günlük koşuşturma içinde ihmal ettiğimiz oluyor.
Bu yazıyı bu kez kendimi ve bu tür haberlere yeterli ilgi göstermeyen gazete yöneticilerini eleştirmek için yazdım.
Dilerim ki bana ve meslektaşlarıma bu bir ders olsun!