Paylaş
Birikmiş gazete kupürlerini temizlerken 2 Nisan 2017 tarihli Hürriyet’ten kestiğim bir habere takıldım.
‘Kestiğim’ derken, lafın gelişi. Eskiden bu işi gazeteleri kesip bir kâğıda yapıştırarak yapardık diye öyle dedim.
Şimdi tablette fotoğrafını çekerek değişik başlıklar altındaki albümlere kaydediyorum.
Ama eski sistem yine sürüyor, altı-yedi ayda bir oturup bunları elemek gerekiyor ki gerçekten işe yarayacak olanlar kalsın.
Sözünü ettiğim haberde Savaş Özbey, Türkan Şoray ile konuşmuş.
Başlık ilgi çekici: “Film aşkları daha gerçek!”
Türkan Hanım şöyle diyor: “Gerçek hayattaki aşklar, hele şimdiki zamanda, bir saman alevi gibi. Eski aşklar yanardağ gibi patlıyor, sonra tekrar doluyordu; bir daha ne zaman patlayacak, bilinemezdi.”
Tutku dolu bir aşk sahnesi: Gary Cooper ve Fay Wray’in başrolleri paylaştığı, 1928 tarihli ‘The First Kiss’ (İlk Öpücük) filminden...
Şimdikiler kullan-at çakmak gibi mi?
Gerçekten öyle miydi, eski aşklar yanardağ gibi patlar mıydı; şimdikilerin kullan-at çakmak gibi yanmasıyla sönmesi bir mi oluyor?
Doğrusunu isterseniz bu konuda bir fikrim yok.
Fikrim olan şey şu ki, zaman zaman konu buralara geldiğinde kadın ya da erkek fark etmiyor, aşktan cayır cayır yanmak isteyenlerin sayısı hiç de küçümsenecek gibi değil.
Ve bana öyle geliyor ki eski aşkların daha ‘patlayıcı’, şimdiki aşkların daha ‘sönücü’ olması sadece algılarımız ile ilgili.
Magazin basınına bakıp iki günde bir âşık olan ve sonra birdenbire aşkları biten tipleri gördükçe algımız da çarpılmış olmalı.
Yoksa bizler değişmiş değiliz.
* * *
Algımızı şekillendiren şey esasen aşk romanları, aşk filmleri gibi şeyler ve etrafımızda o filmlerde, romanlarda anlatılana benzer aşklar görmeyince bizi alıyor bir nostalji!
Editörümüz Banu Tuna geçen gün aradı ve 21. yüzyılın en iyi 10 aşk romanını seçmemi istedi. Jüri üyesi olmuşum yani.
Sevgililer Günü yaklaşıyor ya, gazetelerde bir süre bu konu gündemde olacak mecburen.
Listeyi gazetede okumuş olmalısınız, nihai sonucu bilmediğim için şimdi ileri-geri konuşmayacağım.
Nerde o kadınlar, hani o erkekler...
Sorunumuz şu ki, aşk romanlarını okuyup hülyalara dalan günümüz kadın ve erkeklerinin kafaları ister istemez karışıyor.
Çünkü romanlarda anlatılan aşklar ile kendi yaşadıkları birbirine pek benzemiyor.
O duyarlı erkekler de yok, o naif kadınlar da!
Aslına bakarsanız, o romanların yazıldığı yıllarda da büyük olasılıkla o tipler gerçekte yoktular.
Roman gerçeği ile gerçek hayat gerçeği arasındaki fark bu.
Edgar Morin, ‘Aşk, Şiir, Bilgelik’ isimli kitabında (Om Yayınları / Çeviren: Haldun Bayrı) edebiyatın bir katalizör olarak aşkı görülür, hissedilir ve etkin kıldığını söylüyor. “Aşk, hem sözden önce gelir, hem sözden ileri gelir” diyor.
Normal hayatlarımızı sürdürürken gerçeğin içinde tutsak gibiyizdir.
Gerçekliğin dışına çıkmak ancak zihnimizde mümkün olabilir, hayallerimiz bunun için vardır.
Hayaller, yaşadığımız dünyanın tekdüzeliğinden kaçmamızı sağlar.
* * *
Aşk romanlarında anlatılan aşklar da aslında hepimizin, her gün yaşayabileceği türden aşklardır.
Yazar, bizim her günkü gerçeğimizi kendi zihninde yeni bir düzene sokar. İdealize eder ve böylece yeni bir gerçeklik yaratır.
Romanı okurken kendi kendimize söyleniriz; neden şimdi böyle aşklar yaşanmıyor diye!
Aslında okuduğumuz şey, yaşadığımızdır; farklı bir gerçeklik içinde, başka bir şeymiş gibi görünür.
Geçenlerde ‘romanlardaki gibi aşk’ aradığını söyleyen bir arkadaşıma şunu dedim: “Anna Karenina olmaya ne dersin? Ama unutma; istasyonda, trenin altında bitiyor!”
Tolstoy’un bu romanı gelmiş geçmiş en iyi aşk romanı listelerinde her zaman birinci sırada çıkar.
Ama dürüst olun: Kim gerçek hayatta Anna Karenina olmak ister?
Madame Bovary?
“Aman Allah korusun” dediğinizi duyar gibiyim. Yazarı Flaubert’e bile dünyanın dar edilmesine yol açmıştı.
Goethe’nin ‘Genç Werther’i gibi bir aşk yaşamaya ne dersiniz?
İsterseniz mavi ceketin altına sarı pantolon da giyebilirsiniz, galiba böyle alacalı bulacalı giyinmek yeniden moda da olmuş.
Aşkın Werther’in ruhunda yol açtığı ıstırapları hatırlayıp Balzac’ın Felix’ini (‘Vadideki Zambak’) unutmak olur mu?
Örnekleri uzatırsam editörler kızıyor, sayfada ilana yer kalmıyor diye. Onun için uzatmayacağım.
Vuslat gerçekleşince aşk ölüyor mu?
Romanlardan öğrendiğimiz aşklar, genellikle acı dolu.
Neden acaba? Vuslat gerçekleşince aşk ölüyor mu?
Bedri Rahmi’nin bir köylüden aktardığı gibi mi: “Sever de kavuşamazsan aşk olur!”
Benim kişisel listemdeki bir numaram, Márquez’in ‘Kolera Günlerinde Aşk’ isimli romanı.
Ama şunu da düşünmeden edemiyorum: Beni bu kitaba bağlayan şey Fermina Daza ile Florentino Ariza arasındaki aşk mı?
Yoksa Márquez’in beni kıskançlıktan çatlatan ve asla taklit edilemeyecek o büyülü üslubu mu?
Kendimi Florentino’nun yerine koyuyorum: Fermina’yı 50 yıl bekleyebilir miydim?
Yok, halimden memnunum, Florentino’nun yerinde olmak istemezdim.
* * *
Ama şu da var: Ne zaman geleceğini bilmiyorsan iki saat beklemek ile 50 yıl beklemek arasında ‘uzunluk açısından’ bir fark görebilir misiniz?
Geleceğini umuyorsanız, ‘gecikti’ diye bırakıp gidebilir misiniz?
Vişneli Cha Cha
Sevgililer Günü geliyor; bu hafta boyunca minik kırmızı kalplerin uçuştuğunu, kırmızı gül satışının patladığını göreceğiz. Günün anlam ve önemine binaen sizlere bir Sevgililer Günü kokteyli önereceğim.
Unutmayın ki sevgilisi için yemek yapan ya da bir içki karışımı hazırlayan erkek, kalbe giden yolun yarısından çoğunu geçmiş demektir.
Kokteylimizin adı Cha Cha.
İçine giren malzemeler değiştikçe Cha Cha’nın başına sonuna ekler de gelir; bu vişne likörlü Cha Cha tarifi.
Bunu seçiyoruz ki kokteylimizde elde edeceğimiz kırmızının, sevdiceğimizde yaratacağı heyecandan yararlanalım. 1 shot bardağı vişne likörü, 1.5 shot bardağı hindistancevizli rom, yarım shot bardağı çikolatalı votka, yarım shot bardağı doğal maden suyunu bir çalkalayıcıya koyun. Buzu ekleyin ve bir bar çubuğuyla aynı yönde çevirerek soğutup martini bardağına süzün. Bir kiraz şekeri ile süsleyin.
Fazla alkol tüketimi zararlıdır, aklınızdan çıkarmayın.
Paylaş