Paylaş
“Gazetecilik başarısıyla Pulitzer Ödülü’ne kendisini aday gösteren insan, bir cezaya muhatap olacağını düşünmeli ve cesaretle bu işi yapmalıdır. Öyle somun pehlivanlığına gerek yok. ‘Bu işi bilerek yaptım, sonucuna razıyım, bu bir gazeteciliktir’ dersiniz, kanun ceza veriyorsa göğüslersiniz. Mustafa Balbay kadar olmasa bile herhalde 4.5–5 yılı hiç kimse göze almıyor ama kahramanlık budur.”
Türkiye’de basın özgürlüğünün tam olarak sağlanamadığına ilişkin olarak kim bilir kaç tane AB raporu, uluslararası basın kuruluşlarının araştırmaları vs. yayımlandı.
Arınç’ın bu sözleri, bütün bunların hepsinin özetini yapıyor, basın özgürlüğüne Türk hükümetinin bakışını yansıtıyor.
Yakın bir gelecekte bu sözünün uluslararası alanda sıkça yüzüne vurulacağını da şimdiden söyleyebiliriz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin basın özgürlüğü ile ilgili değişik davalarda verdiği kararlar şu temel ilkeye dayanıyor: Ceza tehdidi altında özgür basın faaliyeti olamaz. (Lingens–Avusturya davası.)
Eğer, gazeteciler yazdıkları haberler–yorumlar için cezalandırılma tehdidi altındalarsa o ülkede basın özgürlüğünden de söz edebilmek mümkün değildir. Basın özgürlüğünden söz edilemeyen bir ülkede ise demokrasi yoktur, gizli–açık bir faşizm yaşanmaktadır.
Ve Başbakan Yardımcısı tehdidi TBMM kürsüsünden savuruyor: 5 yıl yatmayı göze alıyorsanız istediğiniz haberi yazın!
Fazla söze artık gerek yok.
Türkiye, gazetecilerin yazdıkları haberler nedeniyle hapse atıldığı, hükümetler tarafından cezalandırılmakla tehdit edildiği bir ülkedir.
Ve bunu o kadar fütursuzca yaparlar ki Başbakan Yardımcısı TBMM kürsüsünden bile söylemeye çekinmez!
İnançlı insanları tahrik eden nerede?
HENÜZ mahkeme tarafından kabul edilmedi ama Gezi Parkı protestoları ile ilgili olarak İstanbul’da mahkemeye verilen iddianameden bazı bilgiler gazetelerde yayımlandı.
Hürriyet’teki habere göre iddianamede “caminin kirletilmesi” de bir suç olarak nitelendiriliyor. Tabii kanunlarda “camiyi kirletmek” diye bir suç olmadığı için savcılık bu eylemi “tahkire” sokmaya çalışmış.
Şöyle deniliyormuş: “Tıbbi atık ve yiyecek-içecek artıkları ile içerisi kirletildi, zarar verildi. 4 şüpheli de dini inanışı benimseyen toplum kesimlerini tahkir etmek maksadı ile ibadethane olan ve herkes için geçerli belli giriş kuralları bulunan camiye ayakkabılarıyla girdi.”
Evet, polisin aşırı şiddetinden, biber gazından ve dayaktan kaçan onlarca insan bir gece yarısı camiye sığınmak durumunda kaldı.
Hekimler yaralılara acil müdahalede bulundu, belli ki o kargaşa içinde dört kişi de camiye ayakkabılarıyla girmiş.
Evet, camiye ayakkabıyla girmek, namaz kılınan bir yerde ayakkabıyla dolaşmak İslam inancına aykırı. İnansanız da inanmasanız da saygı göstermeniz gerekiyor.
Ama o gece, polisin aşırı şiddetiyle karşılaşmış insanların can havliyle camiye girmeleri nasıl “dini inanışı benimseyen toplum kesimlerini tahkir etmek maksadı” ile açıklanabiliyor, anlayabilmek mümkün değil.
Savcı, dini inanış sahibi insanları “tahrik ve tahkir” etmek isteyenleri arıyorsa, ilk işi camiye bira şişesini sonradan kimin koyduğunu araştırmalıydı.
Cinsel fantezilerle süslenmiş, hayali “Türbanlı kadını taciz edip dövdüler” iddiasını kimin, neden uydurduğunu bulmalıydı.
Caminin halısı kirlendiyse, yıkatırsın geçer. Nitekim yıkatıldı ve şimdi içinde insanlar huzur içinde ibadetlerini yerine getiriyorlar.
Ama bu tahriklere inanmış insanlar kapılmış olsalardı, neler olurdu, savcı bey bunu hiç düşünemiyor mu?
Irkçı ayrımcılık karşılıksız kalmamalı
NORVEÇ’in başkenti Oslo’ya giden Türk uçaklarında, yolcular uçaktan indirilmeden önce Norveç polisi köpeklerin de kullanıldığı bir arama yapıyormuş.
Türk Dışişleri Bakanlığı bunun üzerine Norveç’i uyarmış ama bir değişiklik olmayınca aynı uygulamanın Türkiye’ye gelen Norveç uçaklarına da uygulanmasına karar verilmiş.
Son derece doğru bir karar.
Bu tür uygulamalar, her ne kadar “güvenlik” gerekçelerinin ardına saklansa da esas olarak ırkçı uygulamalardır ve bununla mücadele edilmesi gerekir.
Benzeri bir uygulamanın Türkiye’ye gelen Alman uçaklarına da yapılması gerektiğini düşünüyorum.
Almanya’ya yolu düşenler bilirler, Türkiye’den geliyorsanız, polis daha uçağın kapısında pasaport kontrolü yapıyor.
İşim nedeniyle Almanya’ya çok gidiyorum. Bu tür bir uygulamaya sadece Türkiye’den gittiğimde rastlıyorum. Yeni Delhi’den, Londra’dan, Washington’dan Almanya’ya yaptığım uçuşların hiçbirinde böyle bir şeyle karşılaşmadım.
Belli ki bu sadece Türkiye’den gelen uçaklarda, Türk yolculara karşı yapılan bir uygulama.
Tıpkı Norveç’te yapıldığı gibi arkasında ırkçı mülahazalar var ve karşılıksız bırakılmamalı.
Paylaş