BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, bilinen en eski "Kızılderili numarasına" başvuruyor.
Dikkati başka yöne çekmek için "hile" yapıyor.
Kusura bakmasın ama artık bu numarayı kimse de yemiyor.
Almanya’daki Deniz Feneri davasında paraların din-iman adına hortumlandığı, aralarında Recep Bey’in yakın tanışlarının da bulunduğu din kardeşleri tarafından yutulduğu gerçeğini saklamak için bu numaralar çok hafif.
Kanal 7’nin kuruluşunda bizzat kendisinin oynadığı roller de örtülemeyecek kadar açık.
Din adına vatandaşlardan hortumlanan paraların bir bölümünün Başbakanlığa gönderildiği Alman savcının iddianamesinde yer alıyor.
Türk hükümetinin bu davayı örtbas etme çabası da aynı iddianamede var.
RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın kuryelik yaptığı da o iddianamede yazılı.
Hükümetin kontrolü dışında kalan basın organları bunları yazıp, yayımladıkları için öfkeye neden oluyor.
Öfke o kadar keskin ki giderek komikleşiyor da!
Bakın şu sözleri Başbakan söylüyor: "Aydın Doğan iddiaları ispatlamalıdır."
Bu sözü okuyunca içimden "Hoppala yavrum yaz geldi" şarkısını söylemek geldi.
İddiada bulunan Alman Savcısı! İddiaları inceleyecek olan Alman Mahkemesi. Ama iddiaları ispat yükümlülüğü Aydın Doğan’ın!
Bak sen şu işe!
Başbakan, Türk halkının sokakta bir kavga çıktığında, olayın aslını öğrenmeye çalışmak yerine kavgacıları çevreleyip "vur, vur" diye bağırmasına güveniyor olmalı.
Ancak hırsızlıkların boyutu o hale geldi ki böyle öfke numaralarıyla örtülebilmesine olanak da yok.
Gemicikler, yumurtalar, mısırlar, Çamlıca’da villalar, çocukların düğünlerindeki altınlar, kralın mücevherleri, dişlemeler, çalıklamalar, yüzde onluk kayınbiraderler, ağabeyler!
Biz buradayız. Zor duruma düşünce meydanlara çıkıp bizlere sallayan ilk Başbakan da Recep Tayip Erdoğan değil. Göreceksiniz, sonuncusu da olmayacak.
Özlemleri ’sessiz Türkiye’!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın bu kadar öfkelenmesinin bir nedeni de basını tümüyle kontrol altına alamadığını görmüş olması.
Çalıklanmış Sabah’a, yakın dostların Star’ına ve dini sömürmek için her şeyi yapan onca küçük gazeteye kalsaydı, Türk halkının Deniz Feneri skandalından haberi olmayacaktı.
Ama ne yazık ki hayat böyle değil.
Varlığını ve geleceğini hükümete bağlamamış, kendi ayakları üzerinde rahatça durabilen bir medya grubu var ve Başbakan bu duruma ifrit oluyor.
İstiyor ki üç kuruşluk çıkarlar uğruna esas işimizden vazgeçelim.
Bizi yakın çevresindeki sonradan görme zenginler ile karıştırıyor belli ki.
Hilton arazisinin tümünü altın kaplasanız, Aydın Doğan’ın servetini de alt alta yazıp toplasanız, iddianın gülünçlüğü kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Bir hukuk devletinde başbakanların izniyle ya da parmak sallamasıyla iş yapılabiliyorsa nerede kaldı Kopenhag ve Maastricht Kriterleri?
AKP’de demokrasi boncuğu bulan liberaller ne diyor bu işlere?
Hükümet, tüm medyayı ele geçirip, etkisizleştirmek için dayanılmaz bir istek duyuyor.
Kurdukları geniş dinleme ağıyla yarattıkları polis devleti korkusunun yanına bir de medyası teslim alınmış, çıt çıkmayan bir ülke yaratmak istiyorlar.
Pabuç bırakmayacağımızı söylemiş olayım.
Sabah’ı Çalıklama planı
Hükümetin yandaş medya yaratma çabasının zirvesi, Sabah ve Atv’nin Çalık Grubu’na satılması işlemiydi.
Başbakan bu süreçte fiyatın düşük tutulması için bürokratlara az baskı yapmadı, bunu bilmeyen yok. Olayı içinden yaşayanlar da eminim bu hükümet iktidardan düştükten sonra bildiklerini rahatça açıklayabilecek duruma gelecekler.
Fiyatı düşürmede başarılı olamayan Başbakan, kamu bankalarından "proje kredisi" verilmesini sağladı. Yıllardır ortada faaliyet gösteren yayın kuruluşları, sanki "yeni bir projeymiş gibi" kredilendirildi.
Bununla yetinmedi, Katarlara kadar gidip yabancı ortak buldu.
Şimdi planın yeni bir aşamasına geldiğini duyuyorum.
Çalık Grubu, elindeki bankasını satmaya çalışıyor ve banka bu haliyle iyi para etmiyor.
Bunun için bankaya mevduat toplama izni verilmesi gerek.
Şimdi Başbakan’ın sopası BDDK bürokratları üzerinde. Çalık’a bu izin verilsin diye bastırıyor ki Çalık bankasını iyi fiyatla elden çıkarıp, Sabah’ı bedavaya getirebilsin.
Başbakan, bu süreçte yaptıkları ile ilgili olarak önünde sonunda Yüce Divan’da yargılanacak.
BDDK bürokratlarına buradan hatırlatmış olayım: Kanunların dışına çıkmayın. Kanunsuz emri uygulayan bürokrat da emri veren kadar sorumludur. Sizleri de Yüce Divan’da Başbakan’ın hemen arkasındaki sırada otururken görmeyelim.