ERGENEKON Davası’nda yeni "tutuklama dalgasını" sabah televizyon haberlerinden izlerken şunu düşündüm: "Böyle giderse 2987. tutuklama dalgasında ben de içeride olacağım!"
Bu kadar "beş benzemez" insanın bir örgüt kurmuş olabileceklerine inanmıyorum.
Ergenekon Davası’nın savcısı, bütün bu kişiler arasında nasıl bir bağlantı kuracak ve bu bağlantıyı nasıl ispat edecek gerçekten merak ediyorum.
Öte yandan aylar önce tutuklanan insanlar hakkında dava bile açılmadan yeni tutuklamalar yapılıyor olması da savcının esasen hiçbir somut bilgiye sahip olmadan, sadece siyasi mülahazalar ile davayı yürüttüğünü düşündürtüyor bana.
Dünkü gazetelerde Savcı Bey’in, Tuncay Güney’e yönelik olarak "37 kritik soru" sorduğu haberleri vardı.
Sadece bu sorular bile, somut kanıtlar yerine, kulaktan dolma bilgiler ve dedikodular ile davanın yürütüldüğünü gösteriyor.
Sorular şöyle:
"Bilmem kimin bilmem ne gemisindeki uyuşturucular ile ilgisi nedir?
"Şu beyin öldürülmesiyle bu beyin ilgisi var mıdır?"
"O örgütün kurulmasında filanca hangi rolleri yerine getirdi?"
"Yeşil, bu örgütte rol aldı mı?"
"Şu şu suikastlarda Ergenekon örgütünün rolü nedir?"
Söz konusu Tuncay Güney, ne olduğunu kimsenin tam olarak anlayamadığı bir kişi!
Bana sorarsanız da pek makbul bir kişilik sayılmaz.
Ve Savcı Bey, bu kişiden davanın en temel iddialarını vereceği bir ifadeyle aydınlatmasını bekliyor.
Varsayalım ki Tuncay Güney bu sorulara şu yanıtları versin:
"Tayyip Bey geminin sahibiydi."
"Abdullah Ağabey o suikastın emrini bizzat verdi."
"Gözü yaşlı Bülent Amca örgütün asıl kurucusuydu."
"Yeşil, Babacan ile birlikte çalışırdı, kod adı da Mor idi."
"Avusturya Macaristan Veliahtı Ferdinand’ı da bunlar öldürttü!"
Buna inanacak mıyız?
Yanıtlar nasıl olursa olsun, Tuncay Güney’in vereceği ifade ile insanlar nasıl suçlanabilir?
Soruşturma somut deliller üzerinden yürütüldüğü zaman adil bir yargılamadan söz edebiliriz.
Somut deliller ile kanıtlanamayan iddialar, dedikodu olmaktan daha fazla bir anlam ifade etmezler ve bu davanın savcısı ne yazık ki dedikoduyu çok seviyor!
Sadece o değil, soruşturmayı savcı adına yürüten polisler de öyle.
Soruşturmalarda sanıklara yöneltilen soruların içeriği de bunun kanıtı.
Ve bu beylerin işlerini doğru dürüst yapmıyor olmalarının bedelini bizler ödeyeceğiz.
Bir sokağın köşesinde vurularak, hukuka inancımız sarsılarak ve susturularak!
Asıl örgüt, sadece bu arkadaşlar işlerini iyi yapamadıkları, Recep Tayyip Bey’in hezeyanlarına teslim oldukları için serbest kalacak.
Yazık, çok yazık!
Böyle büyükelçiyi kim takar?
DIŞİŞLERİ Bakanlığı’nı badem bıyıklı, eşi sıkma başlı, tarikatçı imam hatip mezunları ile doldurmayı başaramayan AKP hükümeti, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi geçici üyeliğini de partizanlığının kurbanı ediyor.
Emekli bir büyükelçi, Cumhurbaşkanı Danışmanı sıfatıyla, Türkiye’yi BM Güvenlik Konseyi’nde temsil edecek!
İlk bakışta bir tuhaflık yok gibi görünüyor.
Ama öyle değil.
Emekli olmuş ve "danışman" sıfatıyla görevlendirilmiş büyükelçi, emrinde çalışan memurların ne sicil amiri, ne de ita amiri!
Yapacağı işlemler, kendi altında çalışan müsteşarın imzası olmadan geçerlilik kazanamıyor!
Yani onun vereceği emirleri dinlememenin bir yaptırımı yok.
Hatta odaya girdiğinde ayaklarınızı masanın üstünden indirmeniz bile gerekmeyebilir. Elbette yaşlı bir insan odaya girince saygı gereği ayağa kalkmak gerekir ama kalkmayana da "terbiyesiz"den başka bir şey söylenemez.
Dışişleri Bakanlığı, bu ülkenin en iyi yetişmiş, en seçkin bürokratlarını barındıran birkaç bakanlıktan biri.
Böyle bir kurumda, Türkiye’yi temsile layık kimsenin bulunamıyor olmasının tek nedeni var: "Başbakan’ın proakktif arkadaşlarının" saçmalıklarına bu bakanlık mensuplarının itibar etmemesi!
Tarikata girmeyenin de vay haline!
Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’ndeki süresinin sonunda tarihe geçecek: O göreve yetkili bir diplomatı atama başarısını gösteremediği için!
Not: Emekli Büyükelçi Baki Bey’in, AKP’nin borusunu öttürdüğü için o göreve getirildiğini iddia etmiyorum. Kendisi değerli bir diplomattır ve AKP ile de, tarikatlar ile de ilgisi yoktur diye bilirim. Ama mutlaka New York’ta yaşamak istiyorduysa eşine küçük bir iş kursaydı ve bu saçmalığı kabul etmeseydi bence daha doğru bir iş yapmış olurdu.