BAŞBAKAN Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Fatih Çarşamba’da olduğu gibi sarık ve cüppe ile dolaşanları vatandaşların uyarması gerektiğini belirterek "İçişleri de gerekeni yapmalı" dedi.
Mehmet Ali Şahin’in bu sözleri dünkü Hürriyet’te ve başka bazı gazetelerde de yayımlandı.
Şahin, kılık kıyafet yasasına göre cüppe ve sarığı kimlerin giyebileceğinin belli olduğunu, bu duruma göz yummanın da görevi ihmal etmek anlamına geldiğini söyledi.
Haberde Şahin’in "geçenlerde Fatih’e gittiğimde Fevzi Paşa Caddesi’nde dolaşmıştım ki Çarşamba’ya çok yakındır. Oralarda bu şekilde dolaşan kimse görmedim" dediği de haberde yer alıyor.
Ben ise Şahin’in bu kılıkta dolaşan birilerini gördüğüne çok eminim. Hafızama güveniyorum ama yine de yanlış yapmamak için Hürriyet fotoğraf arşivinde bir araştırma yaptım.
Ve Mehmet Ali Şahin’in, Fatih Camii avlusunda, Çarşamba’daki tarikat lideri ile el sıkışıp, öpüşürken çekilmiş fotoğrafını buldum.
O kişi herkesin bildiği gibi her yerde cüppesi ve sarığıyla dolaşıyor. Nitekim camide Başbakan Yardımcısı ile çekilen fotoğrafında da aynı kılık içindeydi.
Merak ettim, acaba o gün bir "vatandaş olarak" Şahin, söz konusu tarikat liderini bu kılıkla dolaşmaması için uyardı mı?
Üst düzey bir kamu yöneticisi olarak, civarda bulunan görevlileri bu duruma göz yumarak "görevlerini ihmal ettikleri için" uyardı mı?
Boş kontenjanların sayısı daha da arttı
ÖSS sonuçlarının açıklanmasının ardından boş kalan kontenjanlar konusu ile ilgili birçok yazı yazdım.
Ümit ediyordum ki okumak isteyen bunca öğrenci ve onların hiç olmazsa bir bölümüne bu olanağı vermemize imkán tanıyan boş kontenjan varken bir şeyler yapılması mümkün olabilir.
Nitekim YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç, 12 Eylül günü "Ayırdığımız kontenjanın ikinci yerleştirmede de dolmaması halinde, gerekirse bu yıl ilk kez öğrencilere üçüncü şans tanıyacağız" açıklamasını yapmıştı.
Ve ikinci yerleştirmenin arkasından ortaya çıkan tablo: Boş kalan kontenjanlar dolmadığı gibi daha da arttı.
25 bin civarında kontenjan boştu "yerleştirmeden sonra" bu sayı 33 bin 600’e çıktı.
Bu güç işi de başarmak bizim YÖK’e kısmet oldu!
Şimdi de ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, "ek yerleştirmeden sonra boş kalacak kontenjanlara üçüncü bir yerleştirme yapmamızın bir anlamı olmaz. Çünkü adaylar bu programları zaten istemiyor" diyor.
Bu konuda bence yanlış düşünüyor, çünkü açık kontenjanların artmasının nedeni öğrencilerin programlara kayıt yaptırmak istememesi değil. Sorun "havuzda" öğrenci olmamasında.
Çünkü eskiden daha çok öğrenci tercih olanağına sahipken bu yılki sistem bu sayıyı daralttı.
Eşit Ağırlıklı -2, sayısal -2 ve Sözel -2 puanı ile öğrenci almak zorunda kalan üniversite programları ile ilgili kurallar yumuşatılmadan bu sorunun çözülebilmesi de mümkün değil.
Bu kuralları, haksızlıklara yol açmadan nasıl yumuşatabileceğini düşünmek de herhalde YÖK’ün işi olmalı.
Sonuç olarak üniversitede okumak için sınava giren 1.5 milyon öğrenci sınava girdi, 400 bin öğrencinin okuma olanağı vardı ve bunun 33 bin 660’ı boş kaldı.
Buna göz yummak ne ülkemizin ekonomik gerçeklerine, ne de vicdana sığıyor.
Her şey var, işini bilen görevli yok
ATATÜRK Havalimanı dış hatlar gelişinde Türk vatandaşlarına yapılan pasaport kontrolü eziyetini dün yazmıştım.
Sorunun nedenlerinden birisi uzun ve gereksiz formalitelerse, diğeri eldeki olanakları nasıl kullanacağını bilememek olmalı.
Dış hatlar gelişinde pasaport kontuarının önünde kuyrukları düzene sokmak amacıyla yapılmış bir düzenleme var.
Belli ki Amerika, İngiltere gibi ülkelerde bunları gören bir yetkili istemiş, havaalanı yönetimi de para harcayıp bu düzenlemeyi yapmış.
Ama önemli iki şey ihmal edilmiş.
Birincisi kuyrukları düzene sokmak için yapılan sistemin her yanı Nasrettin Hoca’nın türbesi gibi açık.
İki-üç yerinden sistemin içine girebilmek mümkün ki bu yanlış: Giriş tek bir yerden olmalı.
İkincisi ise sistemin sonunda trafiği yönetecek bir yetkilinin bulunmaması.
Orada bir görevlinin durup sırası gelene hangi numaralı kontuarın önünde beklemesi gerektiğini söylemesi gerekiyor.
Bu yapılmadığı için de kuyruğun sonuna gelen herkes kafasına göre takılıyor ve para harcanarak yapılmış düzenleme işlemez hale geliyor.
Sonra sinirler geriliyor ve dünyanın hiçbir yerinde görülmeyecek şekilde polisler ile vatandaşlar ağız dalaşına giriyor.
Polisin saygınlığını zedeleyen, vatandaşlara vakit kaybettiren bu durumun düzeltilmesi son derece kolay ama hiçbir yetkili bunu umursamıyor.