NEW York Halk Kütüphanesi’nde düzenlenen bir davete hayattaki bazı Nobel ödüllü yazarlar ile birlikte son Nobel’i kazanan Orhan Pamuk da katıldı.
Pamuk, törende yaptığı konuşmada, "Nobel bana değil, Türkçe’ye ve Türk kültürüne verildi" dedi.
Bu haberi okurken Dostoyevski’nin ünlü "Hepimiz Gogol’un paltosundan çıktık" sözünü hatırladım.
Dostoyevski, bu sözüyle büyük Rus edebiyatının doğuşunu müjdeleyen kaynağa işaret ediyordu.
Ve düşündüm: Acaba, Orhan Pamuk, Yaşar Kemal ve öteki büyük yazarlarımız kimin paltosunun cebinden çıktı?
Türk romanının gelişmesine ve biçimlenmesine kaynaklık edecek tek bir isme karar veremedim. Her yazarın gerçekten "büyük" sayılması gereken Türk edebiyatına kendince bir katkısı olmuş diye düşündüm.
Kızım henüz 18 yaşında. ÖSS hazırlık testlerinden ve okuldaki sınavlarından fırsat buldukça belirli bir düzene uymadan romanlar da okuyor.
Bir ülkeyi iyi tanıyabilmek ve o ülkenin halkını iyi kavrayabilmek için vazgeçilmez kaynağın o ülkenin edebiyatı olduğunu düşünürüm.
Bu nedenle Yasemin’e, Hasan Bülent Kahraman’ın yardımıyla 25 kitaplık bir liste hazırladım.
Sonra düşündüm ki Yasemin gibi testler ve sınavlar arasında yolunu şaşırıp ne okuyacağına karar vermekte zorlanan binlerce başka genç var.
Bu listeyi bugün buraya da aktarıyorum ki edebiyata meraklı gençler için bir rehber olsun.
Birçok okuyucu listede eksiklikler bulabilir. Eksiklikleri bulup tamamlamayı da artık gençlerin öğrenme isteklerine bırakıyorum.
Halit Ziya Uşaklıgil: Aşk-ı Memnu. Yakup Kadri Karaosmanoğlu: Kiralık Konak ve Yaban. Ahmet Hamdi Tanpınar: Saatleri Ayarlama Enstitüsü. Peyami Safa: 9. Hariciye Koğuşu. Kemal Tahir: Kurt Kanunu ve Yorgun Savaşçı. Orhan Kemal: Bereketli Topraklar Üzerinde ve Gurbet Kuşları. Sait Faik ve Sabahattin Ali’nin toplu öyküleri. Yaşar Kemal: Orta Direk ve Ölmez Otu. Attila İlhan: Bıçağın Ucu. Sevim Burak: Yanık Saraylar. Sevgi Soysal: Yenişehir’de Bir Öğle Vakti. Adalet Ağaoğlu: Ölmeye Yatmak. Selim İleri: Cemil Şevket Bey, Aynalı Dolaba İki El Revolver. Füruzan: Parasız Yatılı. Oğuz Atay: Tutunamayanlar. Yusuf Atılgan: Anayurt Oteli. Bilge Karasu: Troya’da Ölüm Vardı. Latife Tekin: Sevgili Arsız Ölüm. Mehmet Eroğlu: Issızlığın Ortası. Orhan Pamuk: Kara Kitap.
Yaşın ne olursa olsun hayatın anlamı kadınlarda!
YAŞLI erkeklerin, kendilerinden oldukça küçük kadınlarla ilişkileri ve bu nedenle evlerini terk etmeleri, son günlerin en gözde "geyik sohbeti" konusu oldu.
Şarkıcı Neco’nun da eşini terk etmesiyle birlikte "azgın teke sendromu" da magazin gazetecileri için eğlenceli haberler yaratma fırsatı doğurdu.
Frank Sinatra’nın "It was a very good year" isimli bir şarkısı var. Sopranolar’ın birinci sezonundaki bölümlerden birinin şarkısıydı bu. Daha doğrusu ben ilk kez o diziyi izlerken duymuş ve I-Pod’uma da kaydetmiştim.
Geçen gün yürüyüş sırasında bu şarkıyı dinlerken "azgın teke sendromu" ile ilgili haberler gözümün önünden geçti.
Şarkı şöyle diyordu:
"17 yaşındaydım / İyi bir yıldı / Küçük kasaba kızları için de iyi bir yıldı / Yumuşak yaz gecelerinde / ışıklardan saklandık / köy yeşillikleri arasında / 17 yaşındaydım."
"21 yaşındaydım / İyi bir yıldı / Şehirli kızlar için de iyi bir yıldı / Üst katlarda yaşayan / saçları parfüm kokulu / her şeyi çözmüştüm / 21’imdeydim."
"35 yaşındaydım / İyi bir yıldı / aristokrat kızlar için de iyi bir yıldı / Bağımsızlığın anlamını / şoförlerinin kullandığı limuzinlerde bulan. / 35’imdeydim."
"Ama şimdi günler kısaldı / Yılların son baharındayım / Şimdi yaşamımın yıllanmış bir şarap olduğunu düşünüyorum: / Ağzına kadar tortuyla dolu eski bir fıçıdan / Berrak ve tatlı dökülüyor."
Şarkıyı dinlerken bir erkeğe yaşadığını hissettiren tek şeyin, sevgiyle bağlandığı bir kadın ile birlikteliği olduğunu düşündüm.
Ve bunun peşinde koşanları sadece yaşları ilerledi diye "azgın teke" sınıfına sokmanın da çok ahlaki olmadığını düşünüyorum.
Çünkü erkekler "oğlak" iken de sadece bunun peşinde koşuyorlar.
Yaşamın anlamını her zaman birlikte oldukları kadın ile buluyorlar, hangi yaşta olurlarsa olsunlar.