Paylaş
Böylece son bir haftamı üç ayrı ülkede geçirmiş oldum: Federal Almanya, Türkiye ve şimdi de Brezilya.
Günlük yaşam kültürü birbirinden tamamen farklı üç ülke!
Almanya’da otomobille kırsal bölgelerden ve ormanlardan geçerek Frankfurt ile Bremen arasındaki rotayı izlemiştim, Atlas Dergisi’nin Kasım sayısında yayımlanacak bir yol röportajı için.
“Grimm Kardeşler Yolu” olarak bilinen rota üzerinde uğradığım küçük köyler, kasabalar ve kentlerde gündüz vakti sokaklar bomboş oluyordu. Sanki bir hava saldırısı alarmı verilmiş de, herkes sığınaklara kaçmış, bir ben ve birkaç şaşkın sokakta kalmışız gibi bir görüntü!
Akşamüzeri biraz hareketlenir gibi oluyordu sokaklar ama hadi bilemediniz bir saat sonra yine her yer kaput!
İstanbul’a referandumda oy kullanmak için döndüğümde Boğaz’daki sabah yürüyüşlerime de dönmüş oldum. Sabahın erken saatinde Boğaz’ın benim yürüdüğüm sahili cıvıl cıvıldı:
Balık tutanlar, sevgilileri ile otomobillerde oturup sabah çayı içenler, yürüyüşe çıkmış gençler, yaşlılar, türbanlılar, şortlular!
Almanya’dan sonra “oh be” dediğimi hatırlıyorum, “insan gördüm!”
Uçağım Sao Paulo’ya indiğinde ise saat sabahın 5’iydi.
Taksi ile kent merkezine doğru giderken hem gittiğim yönde, hem de karşı yönde trafik tıkalıydı. “İnsanlar sabahın bu saatinde işe gidiyorlar” diye düşündüm. Kentteki neredeyse herkes sokakta, otomobillerinde ya da motosikletlerinin üstündeydi. Ama hayretler içinde gördüm ki o trafik gün boyunca hiç bitmedi. Bitmediği gibi giderek arttı, ağırlaştı, akşam saat sekiz sularında da yaklaşık 10 kilometrelik yolu taksi ile 1.5 saatte zor alabildim.
Şu anda bu yazıyı yazarken saat sabahın 07.30’u ve oteldeki odamın penceresinden aşağı baktığımda iki yönlü akan bir otomobil nehri görüyorum.
Kentte inanılmaz bir enerji var ve sokaklarda yürürken rehber kitaplarda yazan “Amerika kıtasının güneyindeki New York” tanımlamasının çok da yanlış olmadığını düşünüyorum.
Belli ki Brezilya’nın gelirinin önemli bölümü bu kent ve çevresinde yaratılıyor ve para sokaklardan sel olup akıyor!
Ama bu selden herkes tenceresini dolduramıyor tabii.
Son derece özenle yapılmış, modern mimarinin seçkin örneklerinden sayılabilecek binaların hemen yanında dökülen ve belki de son 100 yıldır hiç el değmemiş gibi duran binalar da var.
Dünyanın bilinen tüm markalarının dev mağazalar açtıkları alışveriş merkezlerinin iki adım ötesinde sokakta uyuyan evsizler de görülebiliyor.
Kent, yeme-içme konusunda da New York ile yarışabilir. Kentin İtalyan nüfusunun yoğunlaştığı “küçük İtalya’sı” bile var ve oradan taşan yemek kültürü şahane lokantalara yansımış. Barları, gece kulüplerini, Brezilya işi “mangalları” saymama gerek var mı bilmiyorum.
Ama beni en çok şaşırtan şey ise Avenida de 9 Julho’yu ararken bir sokağın köşesinde karşıma çıkan bir lokanta oldu.
Beyaz tek katlı bir bina, önünde küçük de bir bahçesi var. Bahçe ile kaldırımı birbirinden ayırmak için uzun bitkiler kullanılmış. Ve binanın üzerinde “Köşebaşı” yazıyor!
İsmin yazılışında kullanılan hurufatları İstanbul’dan tanıyorum, bizim Köşebaşı kebapçısı Sao Paulo’ya kadar gelmiş demek ki! Hem de “et yemenin” özel ritüelleri olan bir ülkede!
Ne yalan söyleyeyim, çok hoşuma gitti, yaşlandıkça milli duygularım mı artıyor, anlayamadım!
Brezilya yaklaşık 200 milyonluk nüfusuyla, giderek artan gelir düzeyiyle Güney Amerika kıtasının yıldızı sayılmalı.
Brezilya Ulusal Dergi Editörleri Birliği’nin (ANER) hazırladığı Brezilya raporuna yansıyan şu rakam dikkatimi çekti: 200 milyonluk nüfusun yüzde 10.9’u A ve B, yüzde 49.2’si C sosyo ekonomik sınıfa mensup.
Bu rakam dev alışveriş merkezlerini, tıka basa lüks marka dolu sokakları açıklamaya yetiyor.
ANER’in raporunda “Orta sınıfın gücü” başlıklı bölümü okurken de Turgut Özal’ın “ortadirek” sözünü hatırladım.
Orta sınıfı giderek yok olan bir ülkenin, 2023’te dünyanın en önemli 10 ekonomisinden biri olacağına AKP yandaşı yazarlar inanıyorlar ama ben inanamıyorum!
Gezelim, öğrenelim, kentimizi tanıyalım!
GRİMM Kardeşler Rotası üzerindeki Marburg’da tanık olduğum bir şeyi anlatmak istiyorum. Yeni öğretim yılı başlarken belki öğretmenlerimizin ilgisini çeker.
Marburg, bin yıllık üniversite kenti. Kentin büyük bölümü öğrenci ya da üniversite için çalışan insanlardan oluşuyor.
Kentin tarihi merkezindeki dar sokaklarda yürür, 600-700 yıldır ayakta duran ve halen içinde yaşanan evlerini fotoğraflarken dikkatimi üçerli-dörderli gruplar halinde sokaklarda dolaşan çocuklar çekti.
Yaşları 11-13 civarındadır diye tahmin ediyorum. Ellerinde kâğıtlar, sokaklarda koşturup duruyorlardı.
Merakımı yenemeyip beni gezdiren rehbere ne yaptıklarını sordum: “Ev ödevi” yanıtını aldım. Sokakta yapılan bir ev ödevi!
Öğretmenleri ellerine üzerinde 20 soru bulunan iki kâğıt vermiş. Sorular kentin tarihi merkezinin değişik yerlerindeki bazı yerler ile ilgili. Bir çeşme, bir kale kapısı, bir merdivenin yedinci basamağı, tarihi bir evin köşesindeki şekerci gibi yerlerle ilgili sorular. Soruları yanıtlamak için sokaklarda dolaşıp, orayı bulmanız gerekiyor, evde oturduğunuz yerden sallamanız mümkün değil.
Bizde de Yasemin’den hatırlıyorum “Yaşadığımız çevreyi tanıyalım” gibisinden bir ders faaliyeti vardı. Ama sokaklarda bunu bizzat gezerek öğrendiklerini hatırlamıyorum. O ödevlerin bir bölümünü ben yanıtlamıştım, onu da hatırlıyorum.
Büyük kentlerde çocukları sokaklara böyle salmanın tehlikelerini biliyorum elbette. Ama küçük kentlerde, yaşadığı kenti tanıyarak sevmeyi çocuklarımıza böyle öğretmek mümkün olur gibi geliyor bana.
Paylaş