Darbeyi önleyebilirlerdi

ASTSUBAY Ömer Halisdemir’in şehit edilmesiyle ilgili davada tanık Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı, Silahlı Kuvvetler’de kriz durumlarındaki ilk tedbirin “Personel kışlayı terk etmesin” emri verilmesi olduğunu söyledi.

Haberin Devamı

“TSK’da kriz ve olağanüstü durumlarda haber alınır alınmaz ilk tedbir olarak ‘Personel kışlayı terk etmesin’ emri verilir. Birlik komutanları kışlalarında, mesaiye devam edilir. Her zaman uygulanan bu temel ve basit kural 15 Temmuz’da ilk haber alındığı zaman uygulanmamıştır. Uygulansaydı, darbe girişimi baştan açığa çıkardı” dedi.

Hatırlıyor musunuz, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Ümit Dündar da, TBMM komisyonunda verdiği ifadesinde “darbe ihbarı alınsaydı, Genelkurmay Başkanı’nın başka emirler de vererek girişimi en başından engelleyebileceğini” söylemişti.

Demek ki Binbaşı H.A.’nın, MİT’e gelerek darbe girişimini ihbar ettiği saatten, darbe girişiminin başladığı saate kadar olan sürede, “yeterli” değerlendirme yapılmış olsaydı, bu kadar insanımız darbeciler tarafından şehit edilemeyecekti. Yaralanıp sakat kalanlar bugün sapasağlam yaşamlarını sürdürüyor olacaktı.

Binbaşı H.A., MİT’teki ilk sorgusunda MİT Müsteşarı’na yönelik bir operasyon yapılacağını, üç helikopterle evinin basılıp müsteşarın kaçırılacağını anlatmıştı.

Ama nedense Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı bunu bir “darbe girişimi” olarak değerlendirmediler.

Üstelik bu değerlendirmeyi baş başa yaptıkları saatte Genelkurmay’da üst düzey terörle mücadele toplantısı yapılıyordu. Bu ihbarı o üst düzey komutanlarla değerlendirselerdi, ek emirlerin kararlarını almak mümkün olmaz mıydı?

Bunu hâlâ öğrenemedik: MİT Müsteşarı’nın bir grup asker tarafından kaçırılacağı ihbarı alınınca, Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı ne olacağını zannettiler? Kaçıracak askerlerin fidye isteyeceğini mi düşündüler?

Bunun bir “askeri kalkışma olduğunu” nasıl değerlendiremediler ve daha o anda kara havacılığı basıp darbecileri harekete geçemeden yakalamadılar?

Genelkurmay Başkanı, hava sahasını kapatma emrini verirken neden “kışlada kalın emrini” vermedi?

O emir verilseydi Hava Kuvvetleri Komutanı, düğünde esir alınabilir miydi?

O kuvvetinin başında olsaydı, Akıncı üssünü darbeciler ele geçirip, uçaklarla milletin üzerine bomba yağdırabilirler miydi?

Bu emirler neden verilmedi?


VALİ BEY'İ NEYLE SUÇLAMALIYIZ?
DÜN Niğde’de “olağanüstü hal” nedeniyle ilan edilmiş, bir günlük “etkinlik yasağı” vardı.

Valilik daha önce aldığı yedi günlük yasağı bir güne indirmişti ve tesadüfe bakın ki dün de Meral Akşener’in Niğde’de katılacağı bir etkinlik vardı.

Meğerse Vali Bey, güvenlik birimlerine yeni bir risk analizi yaptırmış, bu arada ülke gündemini de takip etmeyi ihmal etmemiş ve ‘emniyet güçlerinin çalışma sisteminin yeni duruma göre en yüksek seviyede düzenlenmiş olmasını’ da dikkate alarak, bu yasağı koymaya karar vermiş.

Yasağın Meral Akşener’in katılacağı etkinliği yaptırmamak için konduğu çok açık.

Bu tür etkinliklerin yapılmasını engelleyen Avrupalı politikacıları nasıl suçladık, hatırladınız mı?

Şimdi koskoca Vali Bey’e de aynı şeyleri mi söyleyeceğiz.

Yoksa emri veren o görünüyor olsa bile bağlı olduğu İçişleri Bakanı’nı mı suçlayacağız?

Bakanların eylem ve işlemlerinden Başbakan da sorumlu değil mi?


ETİK KODLARI MERAKLA BEKLİYORUM
GAZETELERDE okuyor, televizyon haberlerinde izliyoruz.

Fetullahçı çetenin darbe girişimi ile ilgili davalar birbiri ardı sıra açılıyor.

Yüzlerce sanığı olan davalar var, iddianameleri yazıldı, duruşmaları bile başladı.

Peki hapisteki gazeteciler ile ilgili iddianameler neden hâlâ ortada yok?

Sırf Fetullahçılara ait gazetelerde yazdıkları için tutuklanan gazeteciler var, aylardır hapishanede haklarındaki iddianameleri bekliyorlar.

Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Mümtazer Türköne.

Neyle suçlandıklarını bile bilmiyorlar. Biz de bilmiyoruz. Darbe girişiminin neresinde yer almışlar, darbeye kalkışan örgüt ile ilişkileri nedir, örgütün hiyerarşik yapısı içinde görevleri mi var, bu örgütte yönetici mi olmuşlar? Bunları bilmiyoruz.

Ahmet Şık, nasıl oluyor da hem PKK’cı hem de FETÖ’cü olabiliyor? Bunu da bilmiyoruz.

Aylardır tutuklu, hapiste bekliyor. Ne yapmış da bu örgütler adına propaganda sayılmış?

Geçen gün ortaya çıktı ki tutukluluğuna karar veren hâkim, bu kararını bir başka şüpheli ile ilgili olarak verilen bir karardan kopyala-yapıştır yöntemiyle yazmış.

Bu nasıl iş, nasıl bir hukuk vicdanı?

Ahmet ve Mehmet Altan biraderler de tutuklu.

Subliminal mesaj vermişler iddiaya göre. Ama bu verdikleri mesaj kimleri harekete geçirmiş, bu mesajı vermelerini kim istemiş? Ortada yok.

Tunca Öğreten de öyle. Suçu belli değil ama hapiste.

Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Güray Öz, Musa Kart, Hakan Kara, Turhan Günay, Önder Çelik, Bülent Utku, Kemal Güngör, Akın Atalay, kasım ayından beri tutuklular.

Onların da suçu belli değil. Ne yapmışlar da terörist olmuşlar bilinmiyor.

Haberin Devamı

Bu iddianameler bir türlü yazılamıyor ve öyle görünüyor ki uzun süre de yazılmayacak.

Yazılmayacak, çünkü yazılabilecek bir suç bulmaları gerek önce.

Hayatları boyunca şiddet ile ilişkileri olmamış insanları, ne bulup da terörist diye suçlayabilecekler?

İddianameler yazılmıyor ve böylece istiyorlar ki tutuklulukları, onlara ceza olsun.

Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili ve 2. Daire Başkanı Mehmet Yılmaz geçen gün yargıya etik kodlar getirmek için sürdürülen çalışmalarda sona yaklaşıldığını açıkladı.

Yakında savcı ve hâkimlerden gelecek anket sonuçlarını da değerlendirerek kodların yazımının tamamlanacağını söyledi.

Gerekli ve doğru bir girişim bu, kendilerini kutlarım.

Ben de merakla bekliyorum bu etik kodlarını. Acaba içinde, tutukluluğu cezaya dönüştürmeye eğilimli savcı ve hâkimler ile ilgili kayıtlar da bulunacak mı?

Yazarın Tüm Yazıları