KAYIP trilyon davasında aldığı cezayı Altınoluk’taki evinde çekmekte olan Necmettin Erbakan’ın affedilmesi için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e başvuruldu.
Adli Tıp Kurumu’ndan alınan "sağlık durumu cezasını çekmesine elverişli değil" raporu, Adalet Bakanlığı üzerinden Çankaya Köşkü’ne gönderilmiş.
Erbakan 11 aylık cezasını evinde çekiyor. Evinin bahçesine çıkabiliyor, misafir kabul edebiliyor, herhangi özgür bir insan evinde ne yapabiliyorsa, onu yapabiliyor.
Bu nedenle "sağlık durumu cezasını çekmesine uygun değil" raporunun, ne anlama geldiğini anlayabilmek o kadar da kolay değil.
Sağlık durumu bir kişinin evinde oturmasına elverişli değilse, yapılması gereken de belli: Hastaneye yatırmak!
Mesele böyle ele alınırsa Cumhurbaşkanı’nın af yetkisini kullanması pek mümkün görülmüyor.
Ben Erbakan’ın avukatlarının yerinde olsam, af için sağlık durumunu öne sürmek yerine, Cumhurbaşkanı’nın bu davadaki durumunu gerekçe olarak kullanırdım.
Aynı davadan kendisinin de yargılanmakta olduğunu, milletvekili dokunulmazlığı nedeniyle yargılamanın yapılamadığını, Cumhurbaşkanı seçildikten sonra da dava dosyasının karanlık koridorlarda "kayboluverdiğini" hatırlatırdım.
Cumhurbaşkanı "dava arkadaşını" affetmeyecek de kimi affedecek?
Erken seçim sinyali mi?
OSMANGAZİ Belediyesi tarafından yaptırılan bir spor-eğlence tesisinin açılış töreninde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın "kendi klasiğini" değiştirdiğini gazetelerde okudum.
Başbakan Erdoğan, kendisine "Sayın Başbakanım" diye seslenen bir vatandaşı dinlemesi için Belediye Başkanı’nı görevlendirmiş.
Belediye Başkanı, vatandaşın yanına gitmeden dinlemeye kalkışınca da "Yanına git de öyle dinle" diye çıkışmış.
Başbakan "kendi klasiği dışına çıkmış" derken bunu kastediyordum.
Normal olarak Başbakan’ın o vatandaşa ters bir bakış atarak "Hadi yallah, git işine" gibisinden bir şey söylemesi beklenirdi.
"Ananı da al git" vakasından beri böyle birkaç örnek olay hatırlıyorum.
Tabii bu olayda korumaların da tutum değiştirdiği dikkatimden kaçmadı.
Daha önce bu tür girişimlerde bulunan birçok vatandaş, yaka paça olay yerinden uzaklaştırılmıştı.
Hatta mahkemeye yansımış bir "otomobilde dayak" olayı da var.
Bu tabloya bakınca şöyle düşündüm: Acaba erken seçim olacak diyenler haklı mı? Başbakan, vatandaşlarını yeniden sevmeye başladığına göre kafasında bir erken seçim planı mı var?
Kazanana bir şey kazandırmayan sınav!
ÜNİVERSİTE Öğrenci Seçme Sınavı dün yapıldı. Sınava giren gençlerin ve ailelerinin nasıl bir heyecan yaşadığını tahmin edebilmek zor değil.
Aslına bakarsanız kazananların çoğuna bir şey kazandırmayan bir sınavdı dünkü.
Türkiye’de yüksekokul mezunu her beş gençten birinin işsiz olduğunu anlatıyordu dün okuduğum gazete haberleri.
Çünkü bizzat bakanların itiraf ettiği gibi girebilecekleri üniversitelerin çoğu bir tabela ve bir binadan ibaret!
Çoğunda öğretim üyesi sayısı yetersiz! Önemli bölümünün kütüphanesi boş raflardan ibaret!
Hükümet, türban yasağı nedeniyle üniversite yönetimlerine kızdığı için ödenekler sınırlandırılıyor, kullandırılmıyor vs.
Çocuklar, kendilerine hiçbir beceri kazandırmayan bir lise eğitiminin ardından, hiçbir üniversal bilgi edinemeyecekleri bir üniversite eğitimine giriyorlar.
Sonuçta ortaya iş bulamayan, okuduğu alan dışında bir işte çalışmak zorunda kalan geniş bir kitle çıkıyor.
Gençlerin, çok verimli geçirebilecekleri en az dört seneleri heba olup gidiyor.
Beş yıldan fazla süredir tek başına iktidarda olan hükümet ise "eğitim sorunu" denilince sadece "türban meselesini" anlıyor.
Türbana odaklandıkları içindir ki beş senede çok önemli düzenlemeler yapabilecekleri mesleki eğitim konusunda bir tek adım bile atamadılar.
Türkiye’nin sahip olduğu çok önemli bir insan gücü böylece hiçbir üretici sürece katılmadan yok olup gidiyor.
Başbakan her kadından üç çocuk doğurmasını istiyor ama o çocukların büyüyünce ne yapacakları, umurunda bile değil.