Paylaş
Tavşanın yanıtı şöyleydi: “Nereye gideceğini bilmiyorsan, seçeceğin yolun önemi yoktur.”
Adeta memleketimizin siyasetçileri için söylenmiş bir söz!
Günlük rüzgârların önünde savrularak, akıllarına ilk geleni söylüyor olmalarından belli.
* * *
Charles Baudelaire de “Romantik Sanat” isimli eserinde şöyle yazmış:
“19. yüzyıl bilgeliğinin onca sıklık ve onca hoşlukla sayıp döktüğü çok sayıdaki insan hakları arasında çok önemli iki tanesi unutulmuştur; bunlar kendini inkâr ve çekip gitme haklarıdır.”
Cennet vatanımızın siyasetçi taifesi için “kendini inkâr” bilinen bir durum.
Allah için bu haklarını iyi kullandıklarına tanığız.
Ama “çekip gitme haklarının” olduğunun farkında değiller sanırım. Ya da farkındalar da “çekip gidince” ulaşacakları “hiçlik” mertebesinden korkuyor olmalılar.
* * *
Samuel Beckett, 1948 yılında ünlü oyunu “Godot’yu Beklerken”i yazarken elbette bugünkü Türkiye’yi aklına bile getirmemişti.
Oyunda Godot’yu bekleyenler, bulundukları yeri ve zamanı unutarak gerçeklikten kopan, çekip gitme isteği duyduklarında da bunu yapacak
gücü kendilerinde bulamayan karakterlerdi.
Neden beklediklerini tam olarak bilmedikleri halde beklemeye devam eden insanlar.
Adına kısaca “düzen” deyip geçtiğimiz ve neredeyse bütün hareketlerimize hâkim olan sistem bize bunu öğütlüyor ve bizden bunu bekliyor.
Okulu bitirmeyi bekliyoruz önce, sonra emekli olmayı. Aşkı bekliyoruz, sevgililerimize kavuşmayı.
İddialı değilim ama yaşamımız boyunca sanırım en çok duyduğumuz sözlerden biri de bu: “Bekle, daha zamanı değil!”
* * *
Yıllardır yapmayı düşlediğim bir yolculuk vardı.
Taa Dr. Jivago’yu seyrettiğim ilk gençlik günlerimden beri hayallerimde kim bilir kaç kere yaptığım bir yolculuk.
Önceki yıl “Trans Sibirya Ekspresi” filmini izlerken yeniden depreşen bir hayal!
Bir gün arkadaşım Mustafa Oğuz ile sohbet ederken Lucca’da aynı hayali kurduğumuzu fark ettik.
“Gidebilir miyiz”, “Sonra mı gitsek”, “İşleri bırakabilir miyiz” derken, kendimizi bu yolculukla ilgili kitapları okur, internet sitelerini dolaşırken kaybettik!
Ve işte o gün geldi.
Siz bu yazıyı okurken, Trans Sibirya Ekspresi ile Asya’yı enlemesine geçmek için trene binmek üzere Vladivostok’a uçuyor olacağım.
Bu kadar uzun bir giriş yazmamın nedeni de sizlerden izin istemek, “çekip gitme hakkımı” kullanacağımı söylemek.
* * *
Yani Recep Tayyip Bey’i bir süre rahat bırakacağım. 15 gün!
Yazımı bu köşede görmeyince Türkiye’de oldukça geçerli olan komplo teorilerine kapılıp, “Recep Tayyip Bey’i kızdırdı diye yazdırmıyorlar” diye düşünecek olanlara, nereye gittiğimi söylemenizi rica edeceğim. (Fehmitaha Bey siz de duyun lütfen!)
Recep Tayyip Bey’in siyasi görüşleriyle yıldızım barışık değil ama dilerim ki o da bir gün bir dostu ile böyle bir yolculuk yapabilsin.
Hayat çok kısa ve sadece siyaset ve iş-güçten ibaret değil! Artık çocukları da büyüdüğüne göre bunu yapabilir, yapmalı da.
Deniz Bey’e ve Devlet Bey’e de öneriyorum.
Gidip şöyle bir hava alsınlar ve kendilerine gelsinler.
Nasıl olsa döndüklerinde aynı koltuğa oturmakta zorluk çekmeyecekler, daha önce denedikleri için biliyor olmalılar.
Rahatımdan fedakârlık eder, “Buyurun birlikte gidelim” derdim ama yerimiz dar!
* * *
Londra’da HSBC Genel Müdürlüğü’nde personelin çay-kahve içtiği kantinin duvarında yazılı şöyle bir söz vardı:
“Bizi yolculuklar mutlu eder, varılacak yer değil!”
14 günlük tren yolculuğunun sonunda ulaşacağım Moskova, bu sözün doğruluğunu da test etme olanağını bana verecek.
Şimdilik bana müsaade, sağlıcakla kalın!
Paylaş