Paylaş
Kusurlu memuru, bu kusuru işlediğine pişman etmek yerine, suçu görmezden gelmek ve hatta bu olayda olduğu gibi “sırtını pışpışlamak” gibi bir sorun bu.
Olay 17 Temmuz’da meydana gelmiş. Polislerin görevden uzaklaştırılabilmeleri için olay ile ilgili karakol kamerası kayıtlarının Vatan gazetesi tarafından yayımlanması ve bundan sonra ortaya çıkan kamuoyunun büyük bir tepki göstermesi gerekti.
Demek ki:
1. Polisler, üstleri tarafından korunmuş. Karakolda elleri bağlı bir kadını döven iki polisi önceki güne kadar görevde tutmaya devam eden İzmir Emniyet Müdürü ve onun altında bu işe bakmakla sorumlu yardımcıları da bir soruşturmayı hak ediyorlar.
2. Dayakçı polisler karakoldaki arkadaşları tarafından da korunmuşlar. Video görüntülerinde kadının dövüldüğünü gören bir üniformalı polis, dayakçılar ile kurbanı “kamera görüş alanının dışına çıkarmaya” çalışıyor. Bir diğeri bir şey olmamış gibi kenarda dikilip seyrediyor. Görevleri dayakçılara engel olmayı gerektirirken açıkça yardım ediyorlar, görmezden geliyorlar. O karakol polisleri için nasıl bir işlem yapıldı?
3. Karakolda tutulan polis raporunda dayaktan söz edilmediğini Vatan gazetesi dün ortaya çıkardı. Raporu tutan üç polisin kimler olduğunu bir üstteki maddede bulabilirsiniz. Sadece yardımcı olmak ve görmezden gelmek değil, olayı örtbas çabası da var, resmi evrakın çarpıtılması söz konusu.
4. Savcılık belli ki karakoldaki video kaydını izlemeden işlem yapıp, iddianamesini yazmış. Deliller eksik toplanmış, mağdurun şikâyeti üzerine yapılması gereken inceleme yapılmamış. HSYK da bir soruşturma açarak bunun bilinçli bir ihmal mi, yoksa görevi savsaklamak mı olduğunu bulmak zorunda.
5. Gözaltına alma işlemi öncesi ve sonrası ile ilgili hekim raporları nerede? Hekimler kadının şiddete uğradığını görmemişler mi, görmezden mi gelmişler? Bu da ayrıca soruşturulmalı.
Karakolda işkence ve kötü muamele ile mücadele sözle değil, somut olaylarda ağır şekilde cezalandırıcı olmakla mümkün olabilir. Bekleyip, neler olacağını hep beraber görelim.
Hazırlık soruşturmasının gizliliği
CÜPPELİ Ahmet Hoca adıyla maruf Ahmet Mahmut Ünlü’nün bir şantaj olayı nedeniyle bir çetenin yardımını istemesi olayında bir kez daha aynı şeyi yaşadık: Hazırlık soruşturmasının gizliliği diye bir şey yok!
Gazetelerde Cüppeli Ahmet Hoca ve adamlarının, değişik kadınlar ile birlikte göründükleri polis takip fotoğrafları yayımlanıyor. Hazırlık soruşturması evrakı içinde olduğuna göre gizli kalması gereken telefon kayıtları yayımlanıyor.
Bir kez daha peşin bir suçlama kampanyası yürütülüyor. Toplumun, daha yargılama süreci başlamadan Cüppeli Ahmet Hoca olarak bilinen kişiyi suçlu olarak algılamasının yolu açılıyor, bir tür “kişilik infazı” yapılıyor.
Hazırlık soruşturmasının gizliliğinin bizzat o gizliliği korumak ile görevli olanlar tarafından ihlali ile ilgili hatırlamama olanak olmayacak kadar çok yazı yazdım.
Ama “kurban” kim olursa olsun, sonuç değişmiyor, polisler ve savcılar bildiğini okuyor.
Bu arada Cüppeli’nin gözaltına alınması ile ilgili ilginç bir ayrıntı da var. Şüphelinin sorgulama için Beşiktaş Adliyesi’ne getirilmesi sırasında, gazetecilerin görüntü almalarını önlemek için çevik kuvvet “etten duvar” örmüş!
Fıkra gibi yani! Hem savcılık kapısında fotoğrafı çekilmesin, teşhir edilmesin isteniyor, hem de takip fotoğrafları basına sızdırılıyor.
Öte yandan “savcılık kapısında teşhir” ile ilgili bu hassasiyetin başka şüphelilerden esirgenmesini de küçük bir not olarak buraya düşeyim!
‘Geleneksel’ pazartesi sorusu: KPSS çetesi nerede?
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tanımam. Doğrusunu isterseniz daha önce bulunduğu kamu görevlerinde de nasıl bir performans gösterdiği ile ilgili bir fikrim yok.
Ancak bu tür konuları yakından takip eden meslektaşlarımızın yazdıkları haber ve yazılardan anlıyorum ki kendisi önemli bir bürokrat. Bulunduğu makama torpil ve kayırma ile değil, çalışkanlığı ve sahip olduğu özellikler ile gelmiş.
Bu nedenle kendisine karşı bir haksızlık yapmak istemem.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da kendisine çok güvendiğini biliyoruz. “Devlet adına PKK ile görüşmeler” yapması için görevlendirilmesinden de belli bu.
Ancak Hakan Fidan, bütün bu özelliklerine rağmen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı en azından bir konuda hayal kırıklığına uğratmış bulunuyor.
Çünkü KPSS’de soruların çalınıp, belli kişilere dağıtıldığı belli olduğunda Başbakan kendisini bizzat görevlendirmiş, “Soruyu çalanları bulun, dosyayı da önce bana getirin” talimatı vermişti.
Ama bu görevin yerine getirildiğine ilişkin bir işaret de ortada yok. Soruları çalıp, belli kişilere servis eden çete ortaya çıkarılamadı.
Başbakan bu soruşturma için Emniyet Genel Müdürü’ne de özel olarak görev vermişti ama o sonradan milletvekilliğine sıçrayıp, bu sorumluluktan kurtuldu.
Kabak da böylece Hakan Fidan’ın başına patlıyor!
Gerçi MİT’in görevleri arasında yurt içinde bu tür bir soruşturma yürütmek de yok ama Başbakan bir kere böyle bir görevlendirme yaptı ve sonucunu Başbakan’ın kendisi merak etmiyorsa bile biz vatandaşlar merak ediyoruz.
Bu nasıl bir çete ki MİT bir yandan, Emniyet ve savcılık diğer yandan soruşturuyor ama ortada “tık” yok.
Eğer bu durum “görevi ihmalden” kaynaklanmıyorsa, çetenin devletin bu organlarından daha güçlü olduğu sonucu çıkar ki o zaman durum tahmin ettiğimizden bile daha vahim demektir.
Paylaş