Paylaş
“Otorite” paranoyaktır, her an iktidarının devrileceğine ilişkin korkular taşır. Deyim yerindeyse buluttan nem kapar, toplumun her kıpırdanışından kendisine yönelik tehdit algılar.
Bunun doğal sonucu paranoyanın topluma baskı yoluyla yaygınlaştırılmasıdır.
Otoriterleşmeye eğilimli rejimlerde de durum farklı değildir.
Her taşın altında bir düşman ararlar, bulamayacakları için de olmadık komplo teorileriyle bunu kendi kendilerine yaratırlar.
Dış düşmanlar, güçlenmemizi istemeyen yabancılar, içerideki işbirlikçileri...
Her türlü sorunu açıklamak için bu tür kavramları kullanırlar, ellerindeki medya gücüyle bunu toplumun beynine adeta çakarlar.
Başbakan Erdoğan, günlerdir Gezi protestolarının ardında “dış düşman” arıyor. Faiz lobisinden tutun da, güçlenmemizi istemeyen devletlere kadar bir dizi dış düşman. Elbette dış düşman olunca yerli işbirlikçileri de olmalı. Kimlerin yerli işbirlikçi olduğuna zaten çoktan karar vermiş, elindeki devlet gücüyle onların üzerine gidiyor, gidecek.
Mısır’da darbe olduğundan beri buna bir de “darbe paranoyası” eklendi. Bir yandan Mısır’da darbe sanki kendisine karşı yapılmış gibi bir mağdur rolü oynuyor, diğer yandan “Büyük komploya uğradık” propagandasına sarılıyor.
İyi de darbeyi kim yapacaktı? Asker artık kışlasına çekilmemiş miydi?
Genelkurmay Başkanı, Başbakan’la baş başa kaldığında “Ayıp oluyor artık” dese yeridir.
Bir yandan da korkuyu topluma yaygınlaştırmak gerekiyor tabii.
İlginç bir yöntem de bulmuşlar, vatandaşın birbirini ihbar etmesi için mahallelere artık kutular konacakmış, ister sesli, ister yazılı ihbarların bırakılacağı kutular!
Gizli tanık ifadeleriyle insanların yıllarca hapiste tutulabildiği bir adalet düzeninde harika bir buluş!
Yaz kâğıda, at kutuya, gönder hapishaneye!
Bu hayra alamet bir gidiş değil.
İçeride başka, dışarıda başka!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Kadir Topbaş’ın iftar yemeğinde Gezi Parkı ile başlayan protesto gösterilerini, Mısır’da askeri darbeyle neticelenen gösterilerle kıyaslarken şöyle söyledi:
“Evet, içeriden ve dışarıdan organize bir oyunla baş başayız. Aynı durumla Türkiye karşı karşıya. Türkiye’de oynanan oyun da budur. Türkiye’de oynanan oyun sadece salt içeriden değil, içeride bu işin figüranları var. İçerideki aktörler aynen dışarıdan kurgulanarak bu oyunun içinde bilerek bilmeyerek rol almışlardır.”
AB Bakanı Egemen Bağış ise, New York Times gazetesinde yayımlanan mektubunda, hükümetin demokratik hak ve özgürlükleri geliştirdiğini belirtiyor ve Gezi Parkı protestolarını şöyle yorumluyor:
“Eğer son dönemdeki barışçıl protestoların arkasında temel bir neden varsa bu; halka sağladığımız fırsatlar sayesinde yeşeren canlı bir sivil toplumdur. Çevre meseleleri ya da kişisel özgürlükler olsun, demokratik yollardan seçilmiş bir hükümete karşı şiddete başvurmadan gösteri yapılmasının Türk toplumunun Avrupalı kimliğini kanıtladığını düşünüyorum”.
Aynı konu ile ilgili birbirinin tam tersi bu iki görüş gazetelerde aynı gün yer aldı. Birisi hükümet başkanı, diğeri hükümetin bakanı.
Birinden biri meseleyi doğru değerlendiremiyor olmalı.
Kim bilir, belki de içeride başka, dışarıda başka konuşma alışkanlığıdır!
Bir de şu var tabii: Sanırım Egemen Bağış, “ustanın” tam tersini söylediği için İstanbul’a belediye başkanı olma hayaline de veda edecek!
‘Geçiştir gitsin’ cevabı
CHP İstanbul Milletvekili Oktay Ekşi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi vermiş. 21 Mayıs ile 16 Haziran arasındaki gösterilerde kaç gazetecinin polis şiddetine maruz kaldığını soruyor.
Arınç’ın yanıtı şöyle:
“Protesto eylemleri dolayısıyla polis şiddetine maruz kaldığı ya da yaralandığı gerekçesiyle Bakanlık veya bağlı kuruluş olan Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’ne (BYEGM) yapılmış herhangi bir başvuru bulunmamaktadır”.
Merak ettim, BYEGM hiç gazete okumuyor mu?
Ya da Başbakan Yardımcısı’nın İçişleri veya Sağlık Bakanlığı’na bu sorunun yanıtını sorma yetkisi mi yok?
Belli ki Arınç, gerçek durumun ortaya çıkmaması için bir milletvekilinin sorusunu geçiştiriyor.
Milli iradeye saygı nerede kaldı peki?
Yorumsuz
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün iftar yemeğinden sonra şunu söyledi:
“Şunu unutmayın. Hepimiz için ölüm haktır. Cumhurbaşkanı olsak da, başbakan olsak da, milletvekili olsak da, belediye başkanı, trilyarder olsak da hepimiz için ölüm hak. Bu makamlar bizi kurtarmayacak. Paralar pullar bizi kurtarmayacak. Hepimizin gideceği yer 2 metreküplük bir çukurdur. Öyleyse bu kavga niye?”
Ben de gerçekten merak ediyorum: Niye?
Paylaş