Paylaş
“Büyük depremin olduğu bir yerde bir daha deprem olmaz. Dünyada bunun örneği görülmemiştir. Bugün itibariyle diyebilirim ki deprem açısından en güvenilir yer Van ve Erciş’tir.”
Ve sonra evlerine girmeyerek çadır bekleyen vatandaşlara “yıkılmış evlere yaklaşmayın, az hasarlı evlere girebilirsiniz” öğüdünü vermişti.
Bakan’ın bu öğüdüne uyup evlerine girenlerin bir bölümü bir hafta sonra enkaz altında kaldılar. Bazıları yaşamını yitirdi, bazıları yaralandı.
Erdoğan Bey’in Akşam’da Özlem Çelik ile yaptığı söyleşi dün yayımlandı.
Bakan şöyle diyor: “Eleştirilere gülüyorum!”
Evet, hayat da böyle bir şey zaten, kimi ağlıyor, kimi gülüyor!
Pişkinlik kolay kazanılan bir yetenek değil. Sanıyorum bazılarında “Allah vergisi” olmalı ki Bakan şöyle devam ediyor: “Devletin ihmali söz konusu değil. Günah keçisi arıyorlarsa oraya gitmeyenlerden arasınlar. İlk günden beri Van’dayız!”
Bu durumda Aziz Yıldırım’ı, Mustafa Balbay’ı, Tuncay Özkan’ı, Ahmet Şık’ı sorumlu tutmamız gerekiyor sanırım. Memleketin son zamanlardaki en büyük günah keçileri onlar çünkü.
Bizim gibi yarı demokrasi ülkelerinde “siyasi sorumluluk” bir yana “doğrudan sorumluluk” bile istifa etmek için yeterli sayılmıyor.
İnsanlar Bakan’ın ve Vali’nin sözlerine itimat ettikleri için yarı hasarlı evlere girdiler ve öldüler.
Hesabını ne yazık ki bu dünyada soramayacağız, çünkü böyle bir geleneğimiz de yok, böyle bir siyasi ortam da yok.
Bakan Bey eminim ki “ahiret” gerçeğine inanıyordur. Bunun hesabını orada verir artık!
Başbakan hesap sormaya en yakınından başlamalı
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan depremden sonra sorumluluğu bulunan herkesten hesap sorulacağını söyledi. Van’daki ikinci depremden sonra da depremzedelerin kendisinden her şeyi isteyebileceklerini ama “kelle” istemeyeceklerini söyledi.
Bizim siyasi iklimimizde bunun tercümesi şöyle oluyor: Adamlarıma söz söyletmem, ama başkasının canına okurum!
Van Valisi’nin neden hala yerinde kaldığının açıklaması bu!
Önce “çok yardım geldi, nereye koyacağımızı bilemiyoruz” dedi, sonra “acil yardım” çağrısı yaptı.
Enerji Bakanı “her yer erzak dolu” dedi, Vali “gıda maddelerine çok ihtiyaç var” dedi.
Van Valisi hiç kuşkusuz ki siyasi bir tercih nedeniyle o kente vali olarak atandı.
Özgeçmişi bunu açık seçik ortaya koyuyor. Merak edenler Vali Bey’in mesleki gelişimi ile ilgili bilgilere Radikal’in internet sitesinden Pınar Öğünç’ün yazısını tıklayarak ulaşabilirler.
Biliyorsunuz Başbakan bakan düzeyinden itibaren bütün kamu görevlileri için aynı kalıbı kullanıyor: Benim bakanım, benim valim, benim müsteşarım, benim genel müdürüm, benim memurum, benim polisim vs!
Bu da normal çünkü o görevlilerin hepsinin koltuklarında oturuyor olmalarının nedeni Başbakan’ın böyle bir tercihte bulunmuş olması.
Türkiye’de çok uzun yıllardır kamu yönetiminde üst görevlere gelmek, siyasi bağlantıların güçlü olması ile mümkün olabilen bir durum. AKP iktidarında da bu daha önceki dönemlere rahmet okutacak bir düzeyde.
Yani Başbakan, ülkede olup biten her şeyden bizzat sorumlu! Göreve getirdiği insanlardan bir bölümü kuşkusuz ki başarılı oldular ve onların başarıları Başbakan’ın hesabına olumlu olarak yazılıyor.
Ama göreve getirdiği insanların başarısızlıklarından da o sorumlu olmalı. Kural budur çünkü!
Bu nedenle hesabı sormaya başta Çevre ve Şehircilik Bakanı ve Van Valisi ile başlamalı.
Bu bir medeniyet sorunudur
MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu, tutuklu olarak bulunduğu cezaevinde geçirdiği bir kalp krizi sonucunda öldü. Allah rahmet eylesin, yakınlarının başı sağ olsun.
Kozinoğlu ile ilgili iyi hatıralarım yok, Alaattin Çakıcı’ya cezaevinden kaçtığında pasaport sağlanması ve Yargıtay Başkanı’na görülmekte olan davası ile ilgili tavassutta bulunması ile ilgili haberleri Milliyet’te yayımladığımızda Genel Yayın Müdürü idim, o vesile ile tanışıklığımız var.
Hayatta kalabilseydi ve bulunduğu örtülü operasyonlar ile ilgili olarak mahkemede açıklama yapabilseydi, bugün karanlıkta kalan birçok konunun da aydınlatılmasını sağlayabilirdi.
Ölümü ile ilgili bir spekülasyon yapacak ve komplo teorileri üretecek değilim.
Ama şunu söylemek zorundayım: Cezaevinde meydana gelen her ölüm şüpheli bir ölümdür ve ciddiyetle araştırılması gerekir.
Cezaevinde bulunan tutuklu ya da mahkûmların can güvenliklerinden ve sağlıklarından devlet sorumludur ve yeterli özenin gösterilip gösterilmemesi bir medeniyet sorunudur.
Bu talihsiz ölüm olayından sonra cezaevlerindeki sağlık koşullarının ve tıbbi yardım olanaklarının yetersizliği konusunu yeniden gündeme getirmek zorundayız.
Bugün cezaevlerinde birçok tutuklu ve mahkûm yeterli tıbbi yardım alamıyor.
Cezaevlerindeki tıbbi olanaklar yetersiz, ne yazık ki hekimlerin önemli bölümü Hipokrat yemini ettiklerini hatırlamıyorlar bile.
Tutuklu ve mahkûmların hastanelere sevki meselesi özel olarak zorlaştırılıyor, hastanelere sevk edilebilen talihliler ise yeterli bir bakım alamıyorlar.
Mahkemeler bu kişilere belli bir süre özgürlüklerini kısıtlama cezası veriyorlar, hastalanarak öldürülme cezası değil!
Adalet Bakanlığı bürokratlarının bu gerçeği akıllarından hiç çıkarmamaları gerekiyor.
Paylaş