Paylaş
“Neredesin sen ey İslam dünyası? Senin canın yanmıyor mu? Senin yüreğin parçalanmıyor mu? Ondan sonra diyoruz ki Batı niye susuyor? Sen Batı’yı bırak, sen önce kendi içinde, evin içinde, ailenin mensupları bu işi sahiplenmezse diğeri bunu sahiplenir mi?” diyor.
Bunu bir kere söylemiş değil. Aynı sözleri, bazı yerlerini değiştirerek tekrarlıyor.
İsrail’in azgınlığına karşı, bir İslam ittifakı arıyor.
Bu ittifak ne yapacak, İsrail’i nasıl durduracak, o konuya pek girmiyor.
Ama konuşmalarının genel tonundan, İslam ülkelerinin İsrail’i topluca kınamaları gibi bir beklentisi olduğunu anlıyorum.
Yoksa birleşik bir İslam ordusunun, İsrail’e haddini bildirmesinden mi söz ediyor?
Bu konuda açık konuşmadığı için “niyet” okumayacağım.
Başbakan, Filistin sorununu daha çok dini bir sorun gibi algılıyor. Müslümanlar ile Yahudiler arasında bir sorun gibi kavrıyor.
“Filistin meselesinde İslam dünyası dik dursaydı, belki bir Afganistan olmayacaktı” diyor.
Birleşmiş Milletler örgütünün, eli kolu bağlı olarak Filistin’deki katliamı izliyor olmasını da dini nedenlere dayandırıyor.
“Kuruluşu itibariyle bir defa BM Güvenlik Konseyi, bu dünyada barışa hizmet edecek bir yapıda değildir. Çünkü orada dünya Müslümanlarının bir tek tane temsilcisi yok. Bu çok anlamlıdır” derken kastettiği sadece bu.
İsrail devletini ve işbaşındaki hükümetini eleştiriyor ama bunu yaparken referansı öncelikle İslam.
İslam dünyasını ve İsrail’in katliamlarını eleştirirken şunu söylemeyi de ihmal etmiyor ama:
“Bizim hedefimiz İsrail’in zalim yönetimidir, terör estiren yönetimidir, biz onu hedef alarak konuşmalıyız. Vatandaşımız olan, Türkiye’deki Musevilere yönelik herhangi bir tavrı doğru bulmuyorum. Onlar bizim güvencemiz altındadırlar.”
Ama nutuk atarken o kadar fazla İslam vurgusu yapıyor ve cahil kitlelerin duygularıyla oynuyor ki ortamı da provokasyonlara açık hale getiriyor.
Unutmamalı ki bu sorun öncelikle bir insanlık meselesidir.
İsrail yönetimine hâkim olan ırkçı faşist anlayışla mücadelede dayanılması gereken temel kavram budur.
Meseleyi din farklılığı üzerinden görmeye ve ortaya koymaya devam ettiği sürece de işin bu en temel noktasını gözden kaçırıyor.
Orada dur ve daha ileri gitme!
DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu, partisinin gençlik kollarının düzenlediği “sahur” programına katılmış ve bir de nutuk atmış.
Hükümetin dış politikasına yönelik eleştirileri yanıtlarken, Ortadoğu’da “bir bataklığa saplandık” görüşüne de değinmiş.
Şöyle diyor:
“Hiçbir yerde Gazze, Filistin davasını yalnız bırakmayacağız. Belki birileri ‘Tarafsız olalım’ diyecek. Belki birileri ‘Ortadoğu bataklığına bulaşmayalım’ diyecek. Ama biz, o bataklık dedikleri Şam’ı, Şam–ı Şerif bilmişiz. O bataklık dedikleri Ortadoğu’daki Mekke’yi, Medine’yi Kâbe bilmişiz. Ortadoğu bataklık değil, vicdanları ve insanlığı ayağa kaldıran o aziz vahyin merkezidir. Hira’nın merkezidir. Tur-i Sina’dır. Zeytin Kudüs’tür. Anamuhalefet partisi lideri ve birileri ‘bataklık’ diyor. İnsanlığı aydınlatan Hira Mağarası’nın olduğu Ortadoğu’ya bataklık dedirtmeyeceğiz.”
Ortadoğu’nun bugünkü halini bir “bataklık” olarak tanımlamak ile vahyin bu bölgeye inmesi arasında nasıl bir bağlantı kuruyor, anlamak kolay değil.
Söylediği sözler, elbette kendisinin iç yolculuğu ile ilgili bir meseledir, kimseyi ilgilendirmez. İstediği gibi inanabilir, hayatını bu inanca göre yaşayabilir, kendi seçimidir.
Ama iş dış politikada yaptığı abuklukları, hataları getirip de Allah’ın mesajlarına, Mekke’ye, Medine’ye bağlamaya gelince “Hop arkadaş, orada dur” demek de hakkımızdır!
Acaba yüzü kızarmış mıdır?
SOMA’da bir madenciyi tekmeleyen Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel, hâlâ Başbakanlık’taki görevine devam ediyor ve maaşını tıkır tıkır alıyor.
Hükümet, bir vatandaşa tekme atma hakkını kendisinde gören bir bürokratı koruyor, yerinde tutmaya devam ediyor.
CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu da onun peşinde.
Verdiği soru önergeleriyle Yerkel’in neden hâlâ o göreve devam etmekte olduğunu soruyor ama bir türlü yanıt alamıyor.
En son verdiği soru önergesine, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Bununla ilgili bilgi ve belge yok” karşılığını vermiş.
Belli ki Arınç’ın bu konuda söyleyebileceği bir söz yok, herkesin bildiği, gazetelerde çarşaf çarşaf fotoğrafları yayınlanmış bir olayla ilgili olarak “bilgi, belge yok” diye geçiştirmeye çalışıyor.
Merak ediyorum, acaba bu yanıta imza atarken Bülent Bey’in yüzü azıcık da olsa kızarmış mıdır?
Paylaş