Paylaş
Dün bununla ilgili haberi Hürriyet’te okurken, Türkiye’nin siyasal İslamcılarının nasıl bir hayal dünyası içinde yaşadıklarını bir kez daha düşünme fırsatını buldum.
21. yüzyılın ikinci 10 yılı da bitiyor ve bizim hayalciler hâlâ “İslam ümmeti için siyasi platform” arayışı içindeler.
Böylece “İslami dayanışma ruhuyla” dünyanın ve özel olarak da İslam ülkelerinin arasındaki meseleleri çözebileceklerini zannediyorlar.
Bu gerçekçi bir yaklaşım olabilir mi? Yaşadığımız dönemin gerçekleriyle, böyle bir beklenti ne kadar uyuşabiliyor?
İslam tarihi, güç ve iktidar mücadelesi söz konusu olduğunda, en büyük cinayetlerin bile kolayca işlenebildiğine tanıklık etti. Tıpkı öteki dinlerde de olduğu gibi.
Peygamberin ölümünden sonra olan bitenleri imam hatiplerde okutmuyorlar mı yoksa?
Günümüzde de durum hiç farklı değil.
Suriye’de, Irak’ta, Libya’da, Yemen’de, Bahreyn’de birbirlerinin boğazını sıkanların hepsi Müslüman.
“Müslüman kardeşliği” diye bir şey yok.
Eğer böyle bir şey söz konusu olsaydı, bugün bu işin bayraktarlığını yapanlar, kendi ülkelerinin halkını “bizimkiler-onlar” diye ikiye böler miydi?
Bakın ikisi de Müslüman, Erdoğan da, Gülen de! Aralarında bir kardeşlikten söz edebilir miyiz?
Devletler arasındaki ilişkiler de aynen böyledir işte.
Çıkarlar farklıdır, hedefler farklıdır ve sırf aynı dine mensuplar diye o devletler birbirleriyle kardeş filan olmazlar.
Suudi Arabistan ile İran işte bu nedenle bir araya gelemez! El Nusracılar ile IŞİD’cilerin de bir araya gelemiyor olmasının nedeni budur.
Bunu bizim İslamcılar da bilirler aslında ama bir hayal dünyasında yaşadıkları için hâlâ böyle bir kavram ile bugünün karmaşık politik ve ekonomik sorunlarını çözebileceklerini zannederler.
Bunun en temel nedeni de aslında dünyayı kavrayacak, bugünkü sorunların kaynağını görebilecek bir müktesebatlarının olmamasıdır.
EMİRLERİ DİNLENMİYOR MU YOKSA
BİZİM memlekette herhangi bir işin “başı” olursanız, çevreniz pohpohçularla öyle bir sarılıp sarmalanır ki giderek kendinizi her şeyin hâkimi zannedersiniz.
Hele bu “baş” olma işini, Bakanlar Kurulu’nda yapıyorsanız, bu her türlü üniversite diploması anlamına gelir.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçen gün partisinin belediye başkanlarını topladı ve TOKİ’nin “artık” şehirlerin tarihi mirasına uygun binalar inşa edeceğini söyledikten sonra şöyle konuştu:
“TOKİ Başkanımıza net talimatlar verdim. Bizzat görmediğim hiçbir TOKİ projesi hayata geçirilmeyecek ve şehirlerimizde şehrin özgün mimarisine aykırı tek bir TOKİ inşaatı yapılmayacak.”
Başbakan Ahmet Davutoğlu, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler doktorasına sahip. Profesör de olmuş, kitapları da var.
Ama mimar değil, kent planlamacısı değil.
Bu projeleri neden “bizzat görmek istediğini” bu nedenle anlayamadım.
Niye sadece siyasi direktifini, talimatını verip işi uzmanlarına bırakmıyor bilemedim.
Başbakanların işi mimari proje denetlemek midir?
Hayır, değildir. Başbakan, bundan sonra böyle bir şehircilik anlayışı istiyorsa bununla ilgili talimatlarını verir, takibi de uzmanlarına bırakır.
Yoksa, verdiği emirlerin dinlenmediği, kimsenin o emirleri takmadığı ile ilgili bir kuşkusu mu var?
KURALLAR KURUMLAR VE İSLAMCILAR
BAŞBAKAN Ahmet Davutoğlu, İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında bir konuşma yaptı ve “iç muhasebe yapmak zorunda olduğumuzu” söyledi.
“En güçlü devlet gelenekleri İslam topraklarında doğdu, şimdi iç savaşlarla gündemdeyiz” dedi.
Başbakan’ın bu konuşmayı yaptığı gün, yani dün, Hürriyet’te Uğur Gürses’in çok ilginç bir yazısı yayımlandı.
Gürses’in araştırması, Merkez Bankası Başkanlığı’na atanacak olan Murat Çetinkaya’nın “yüksek lisansının” olmadığını düşündürtüyor.
Gürses, şu anda Merkez Bankası Başkan Yardımcılığı görevinde bulunan Çetinkaya’nın hangi konuda yüksek lisans yaptığını merak etmiş.
Çetinkaya’nın lisans tezine YÖK veri tabanında rastlayamayınca da üniversiteye ve Merkez Bankası’na sormuş.
Üniversite “özel bilgidir” diye yanıt vermemiş, Merkez Bankası’nın buna yanıtı ise bankanın internet sitesindeki Çetinkaya’ya ait özgeçmişin değiştirilmesi olmuş.
Belli ki doğru dürüst bir yanıt vermeyecekler.
Bu tavırlarından da anlaşılıyor ki Çetinkaya’nın yüksek lisansı ile ilgili olarak verdiği bilgi doğru değil.
Başbakan, “en güçlü devlet geleneklerinin doğduğu İslam topraklarından” söz ediyor ama şimdi bu geleneğin yerinde neden yeller estiğini ihmal ediyor.
Sebebi işte bu tür uygulamalardır.
Kurallar ve kurumlar, böyle içi boş kavramlar haline getirilirse orada devlet yönetiminden değil, kabile idaresinden söz edebiliriz ve sonu da işte böyle olur.
Paylaş