Bir yalandan daha kurtulduk!

AKP’nin çekirdek kadrosunun esas meselesinin Cumhuriyet devrimleri ile bir "kan davası" olduğunu bir kez de The New York Times Gazetesi’nden öğrendik.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, parti içindeki yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, Cumhuriyet devrimlerinin Türk toplumunda bir "travmaya" yol açtığını söylüyor.

Kan davasının kökeni burada işte. Birçok kişinin Fırat’a kızıp sinirleneceğini biliyorum.

Kişisel görüşüm o ki Dengir Bey bugüne kadar kamuoyunun önünde görüş açıklayan üst düzey AKP yöneticileri içinde en doğrucu olanı.

Böylece büyük bir yalanın daha sonuna gelmiş bulunuyoruz.

AKP’nin Cumhuriyet değerleriyle barışık olduğu, bu değerlerin baş savunucusu olduğu palavrasından söz ediyorum.

Başbakan’ın, AKP ileri gelenlerin ağzından çok sık duyduğumuz sözlerdi bunlar. Laiklikse laiklik, demokrasiyse demokrasi! Atatürk devrimlerine bağlılık vs!

Demek ki bugüne kadar söyledikleri, yaptıkları takiyeden başka bir şey değilmiş.

Değişik Arap ülkelerini gezme olanağım oldu. Kimi zaman turist olarak, kimi zaman da mesleğim gereği gittiğim görevler nedeniyle.

Her defasında Türkiye ile o ülkeler arasında Osmanlı’nın dağılışından sonra ortaya çıkan gelişme farklılığını yaratan şeyin Cumhuriyet devrimleri olduğunu düşündüm. Ben öyle düşünürken meğerse Dengir Bey ve arkadaşları bir travma yaşıyorlarmış.

Tevekkeli değil, bir dedikleri, öteki dediklerini tutmuyor! Travmanın etkilerinden olsa gerek!

Not: Bu yazıyı yazdığım saate kadar Dengir Mir Mehmet Fırat, NYT Gazetesi’nde yayımlanan demecini ve ilgili haberi yalanlamamıştı. Büyük olasılıkla tepkileri gözleyip öyle açıklama yaparlar: Amacını aşan sözler, gazeteci yanlış tercüme etti, gazete kasten çarpıttı vs! Siz hangisini "yutmak" istiyorsanız bugünden seçin!

Türkiye’de darbe olur mu?

HIRVATİSTAN maçı için gittiğim Viyana’dan döndüğümde birikmiş gazetelerde okuduğum ilginç haberlerden birisi de "darbeye karşı bir yürüyüş" yapılmış olduğuydu.

Haberlerden anlaşıldığına göre solcusu, sağcısı bu yürüyüşe birlikte katılmış.

İki kesimin farklı nedenlerle de olsa, demokrasinin korunması konusunda ortak hareket edebileceklerini görmek elbette gelecek açısından iyimser olmayı gerektiriyor.

Ancak tam burada bir soru sormak gerekir diye düşünüyorum: Türkiye’de ciddi bir darbe tehlikesinden söz edilebilir mi? Bu yönde işaretler var mı?

Yanıtım şu: Bugün için Türkiye’de bir darbe tehlikesinden söz edemeyiz.

Evet, ciddi bir rejim sıkıntısı yaşıyoruz ancak bunun çözümü, bazılarının ümit ettiği ve bazılarının korktuğu gibi askeri bir darbeden geçmiyor.

Askeri darbe için uygun zemin yok, toplumun demokrasi bilinci 1960’ın, 1971’in ve 1980’in çok ilerisinde.

Ergenekon Çetesi gibi oluşumlar, ortaya yeni çıkarılan "lahika" benzeri "beyin jimnastikleri" bu gerçeği değiştirebilecek güçte değil.

Ergenekon Davası açılabilse ve iddianameyi görebilsek, elbette bu konuda daha çok söz söyleme olanağına sahip olacağız. Ama bugünkü bilgilerimizle Ergenekon Çetesi bırakın darbe yapmayı, vapur tarifesini değiştirecek güçte bile görünmüyor!

Sorunumuz en temelinde 1980 darbesinin ardından kurulan Anayasal çerçeve ile ilgili.

Bu çerçeveden bugün en çok şikáyet ediyormuş gibi görünen AKP ise sistemin tümüyle değil, sadece belli noktalarıyla hesaplaşmak niyetinde.

Sorunu 1982 Anayasası’nın daralttığı özgürlükler değil, Dengir Bey’in ağzından kaçırdığı gizli ajandayı uygulayabilmek ama buna da gücünün yetmeyeceği çok açık görülüyor.

Öte yandan bugünün komuta kadrosunun, 28 yıl önceki deneyimi genç subaylar olarak yaşadıklarını unutmayalım. Onlar o tarihte toplumun daha çok içindeydiler ve askeri müdahalelerin kimin işine yaradığını o tarihte birinci elden gözlemlemek olanağını da buldular.

Aynı hatayı tekrarlamak isteyeceklerini hiç sanmıyorum.

Adalar’daki Osmanlı eserleri

STRATEJİK Araştırmalar Merkezi tarafından yayımlanan bir kitap elime geçti. Dışişleri Bakanlığı’nın finanse ettiği bir çalışma bu.

Marmara Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Görevlisi Neval Konuk tarafından hazırlanan kitap, "Midilli, Rodos, Sakız ve İstanköy’de Osmanlı Mimarisi" adını taşıyor.

Bu tür kitapların her zaman bir defosu vardır: Propaganda kokarlar, laf sokuşturmaya çalışırlar ve bu nedenle geleceğe yönelik bir iz bırakmazlar.

İlk kez böyle bir kitap bu tür bir yaklaşım ile hazırlanmamış. Kitap, bu adalarda Osmanlı döneminde yapılmış sadece cami ve kamu binalarını değil, her türden eseri, herhangi bir önyargı taşımadan belgelemeyi hedefliyor.

Eski Rodos Başkonsolosu Ahmet Arda ve konsolosluk görevlileri de adalardaki bu eserlerin tek tek ortaya çıkartılmasında bizzat bulunmuşlar.

Kitabı incelerken gördüğüm fotoğraflardan, geçmişin acı anılarından beslenen hüzünlü bir tat da aldım. Ve bir şey dikkatimi çekti: Osmanlı döneminde yapılmış eserler arasında hiç kilise yoktu.

Oysa biliyoruz ki Osmanlı döneminde, bütün Balkan coğrafyasında ve Ege adalarında çok sayıda kilise de yapıldı. Osmanlı döneminde yapılmış bu eserler, neden Osmanlı eseri sayılmıyor, gerçekten merak ediyorum.
Yazarın Tüm Yazıları