Paylaş
İlk bakışta çok normalmiş gibi görünüyor. 800 yıllık bir tarihi eser, onu yaşatmak, restore edip ayakta tutmak, ziyarete açmak Vakıfların işi ve bu yapılıyor!
Bu haberi benim için “özel” kılan şey, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün bu işi programına alması için, caminin durumunun Akşam gazetesinin manşetine çıkmış olması.
Elbette buna bakıp “Gazeteler hâlâ bir işe yarıyor” diyerek, haberi yazan muhabir arkadaşımızın başarısı nedeniyle mutlu da oldum.
Ama aynı mutluluğu her ay maaşlarını tıkır tıkır alan Vakıflar görevlileri açısından duyamıyorum.
800 yıllık bir cami. Kıyıda, köşede unutulmuş bir yerde değil, İstanbul’un tarihi semtlerinden birinde, kentin göbeğinde!
Ve bu caminin bu hale geldiğini kamu görevlilerinin görmesi için bir gazetenin manşetinde fotoğrafının yayımlanması gerekiyor!
Demek ki o kurumun hiçbir görevlisi bugüne kadar merak edip de “yahu envanterde böyle bir cami var, gidip bir bakalım ne durumda” dememiş, aklına bile gelmemiş.
Hadi onları bir kenara bırakalım.
Bunca yıldır o caminin önünden kim bilir kimler geçti? Belediye Başkanları, Belediye meclis üyeleri, emniyet görevlileri, muhtarlar, siyasi partilerin il ilçe yöneticileri ve daha kim bilir isminin önünde ne sıfatlar yazılı birçok insan.
Hadi onları da bir kenara bırakalım. O civarda yaşayanlar, o civarda çalışanlar, öğretmenler, memurlar, mimarlar, mühendisler, doktorlar!
Belli ki hiç kimse, bir tarihi eserin o halde olmasını umursamamış.
İşini sevmeyen memurlar, yaşadığı çevrenin durumunu umursamayan insanlar. Türkiye’nin gerçeği bu işte!
Ya Lübnanlılar gerçek zannettilerse?
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın Kuvaşra Köyü mitingi çok başarılı geçmiş. Heyecanlı bir kalabalık, kalabalıkları harekete geçirmeyi bilen ve konuşmayı çok seven bir siyasi lider. Normal bir sonuç yani!
Tuhaflığı köyün Türkiye’de değil, Lübnan’da olması.
Başka memleketlere gittiklerinde meydan mitingi yapan başka siyasi lider dünyada var mıdır, bilemiyorum.
Ama varsa bile orada yapacağı konuşmanın genel çerçevesi iki halkın dostluğundan ve iyi dileklerden öteye geçmemiştir, buna eminim.
Başbakan ise misafir olduğu bir ülkede, o ülkenin sorunlu olduğu bir komşusuna ver yansın etti.
O ülkenin aslında iki sorunlu komşusu var, ellerini bir türlü oradan çekmeyi bilmiyorlar, ama Başbakan onlardan birini seviyor, öbürünü sevmiyor. Onun için İsrail’e yükleniyor, Suriye’nin adını ağzına almıyor.
Fakat ne yazık ki söyledikleri hiçbir işe yaramayacak, sadece dinleyenleri bir an için mutlu etmeye yetecek şeyler.
Hadi biz alışkınız ama gariban Lübnanlılar “kanları yerde kalmayacak, katillerden hesap soracağız” dendiğinde bunu gerçekten yapabileceğinizi zannedebilirler.
Başbakan bunları Mavi Marmara gemisine yönelik korsanca saldırıdan sonra da söylemişti, hâlâ bir gelişme de elde edebilmiş değil.
Ortada bırakın hesap vermeyi, özür dileyen bile yok.
Acaba bunun nedeni diplomasi ile halledilebilecek bir sorunu ısrarla meydanlara taşımak istemesinden mi kaynaklanıyor?
‘Demokratlıkları’ buraya kadar!
NOBEL Ödüllü yazar Naipaul’un, koparılan gürültü nedeniyle Türkiye’ye gelmekten vazgeçmesi haklı olarak “gerçek demokratlar” tarafından eleştiriliyor.
Ama bizim bu ülkede çok alıştığımız bir durum bu.
Memleketimizin “dincileri” bu işte çok ustalar.
Beğenmedikleri bir şey mi söylediniz, hoşlarına gitmeyen bir fikir mi açıkladınız? Linç edilmeye hazır olmalısınız.
Böyle bir şeye cesaret ettiğinizde önce içlerinden biri bir yazı yazar. Ne söylemeye çalıştığınızla ilgilenmez, aradan bir cümle çeker, veryansın eder. Bu işaret fişeğidir zaten. O işareti aldılar mı hep birlikte saldırıya geçerler.
Bir de bakmışsınız her gün sizden söz eden yazılar çıkıyor, gazetelere manşetler atılıyor.
Naipaul da bundan kurtulamadı.
Çünkü bu tipler ağızlarından “demokrasi” sözünü hiç düşürmezler ama asıl istedikleri sadece kendi fikirlerinin seslendirilebilmesidir.
Başka fikirlere tahammülleri yoktur, ellerinde de “dini inanışlara saldırdın” gibi sihirli bir silah vardır, derdinizi kimseye anlatamazsınız.
İktidardaki uzantısı da doğal olarak onlardan farklı değildir.
Ve isimlerinin başında “aydın” sıfatı taşıyanların bir bölümü daha hâlâ bu ideolojinin memlekete demokrasi getirebileceğine inanıyorlar!
Paylaş