FRANSA’da geçenlerde açıklanan bir rapora göre dünyada en fazla estetik ameliyat Lübnan’da yapılıyormuş. Her üç Lübnanlı kadından biri, estetik amaçlı olarak ameliyat olmuş.
Rapora göre bunun temel nedeni uzun süren içsavaş ve komşularla yaşanan silahlı çatışmalar nedeniyle erkek nüfusunun azalması. Erkek sayısının azlığı kadınlar arasında bir eş bulabilme yarışına dönüşmüş. Kadınlar güzellikleri ile erkekleri etkileyebileceklerini düşündükleri için burun estetiği, alın çizgilerine botoks, kaş kaldırma, dudak ve yanaklara dolgu, çene küçültme ve göğüs büyütme gibi ameliyatlar oluyorlarmış. Lübnan’da ağır bir işsizlik sorunu da var ve “güzellik” işe girme konusunda kapıları daha kolay açabiliyormuş. Estetik ameliyatların bir nedeni de bu. Geçen akşam İtalyan ekonomist, sosyolog ve girişimci Stefano D’Anna’yı, Ketel One ve Tempo’nun düzenlediği bir yemekte ağırladık. D’Anna, Türkiye’de de yayımlanan “Tanrılar Okulu” isimli kitabın yazarı. Bizim Tempo dergisinde de her ay kişisel gelişim üzerine yazıları yayımlanıyor. D’Anna yemekte yaptığı konuşmada “mükemmellik kavramı” üzerinde durdu. D’Anna’ya göre mükemmelliğin iki anlamı var. 1- Tam olan şey, bütün gerekli kısımları bünyesinde barındıran, hiçbir şeyin eksik olmadığı ve hiçbir şey eklenemeyecek ya da çıkarılamayacak olan mükemmeldir. 2– Amacına ulaşmış olan mükemmeldir. D’Anna’yı dinlerken, mükemmel güzellik peşinde koşan, bunun için bıçak altına yatmaya da çekinmeyen Lübnanlı kadınları ve eski dostumuz Ortega y Gasset’i hatırladım. Kadınlar erkeklerin ilgilerinin her zaman plastik olarak en güzel kadına yönelik olduğunu zannedip bu amaca ulaşmak için kendilerini paralarlarken fena halde yanılıyorlar. Hatta Gasset bu tür plastik güzelliğin kadını bir tür sanat eserine dönüştürdüğünü ve kendini yalıtlayarak erkeklerle arasında bir mesafe oluşturduğunu da iddia ediyor. “Aşkın öncü görevini üstlenen yakınlaşma arzusu salt bu beğeninin getirdiği uzaklık nedeniyle olanaksızlaşmış olur” diyor. Bilmiyorum şimdiki gençler için de aynı şey geçerli midir ama bizim zamanımızda en yalnız kız, her zaman okulun en güzel kızı olurdu, ona yaklaşmaya çekinilirdi, “Beni beğenmez” diye. Gasset’in tarif ettiği böyle bir durum olmalı. Plastik güzellik elbette tanımlanabilir bir şeydir. Yüzdeki altın orandan tutun da bacak boyunun gövdeye oranına, göğüs/bel/kalça oranlarına kadar matematiksel açıklamalarını da bulabiliriz, yapabiliriz. Ama bundan bizim için “mükemmel bir güzel kadın” çıkar mı, bu çıkan kadın herkeste aynı duyguyu yaratır mı? Film oyuncularından, mankenlerden, güzellik kraliçelerinden söz etmiyorum. Onlar zaten bize güzel olarak sunuluyorlar. Tanışmadığımız, oturup konuşmadığımız için de onları güzel bulmaya devam ediyoruz. Bütün mesele onlarla tanıştıktan sonra da aynı şekilde düşünüp düşünemeyeceğimiz ile ilgilidir. Burada belirli bir erkeğin güzel bulduğu kadından söz ediyorum. Mehmet için “mükemmel güzellikte” olan bir kadın, Ertuğrul’a hiçbir şey ifade etmeyebiliyor. Onun beğenip “mükemmel” bulduğunu da Recep beğenmiyor gibi! Meşhur öyküdür. “Âşık olup uğruna çöllere düştüğün, geceler boyu ıstırap çektiğin Leyla, bu yüzüne bakılamayacak kadar çirkin, topal ve ağzı çarpık kadın mıydı?” diye soran Emir’e, Kays (Mecnun’un asıl adı) “Siz bir de onu benim gözlerimle görseniz” diye yanıt vermişti. Onun gibi bir durumdan söz ediyorum. İsmet Berkan geçenlerde David Eagleman’ın bir kitabından bahsediyordu. Gözümüzle değil, beynimizle gördüğümüzü anlatan bir kitap. Ben o kitabı okumadım ama İsmet’in yazısından bir fikir edinebildim. Bir erkek, kendisi için özel bir kadına bakarken başka erkeklerin göremediği şeyleri bu nedenle görür. Her bir erkeğin “mükemmel kadın” tarifi (ya da her kadının mükemmel erkek tarifi) bu nedenle farklıdır ve bunun dış görünüşle hiç ilgisi yoktur. İyi ki de öyle. Eğer herkes Lübnanlı kadınlar gibi düşünseydi, her gün estetik cerrahlarının masasına yatmamız gerekirdi ki bütün dünya herkesin birbirine benzediği bir yere dönüşürdü... Eminim o zaman çok sıkıcı bir hayatımız olurdu! Öte yandan kadınların güzel görünme çabaları tartışılmaz bir gerçek. İnsan cinsinin dişisi, olduğundan farklı görünmeye meraklı, güzel olmak ulaşılması gereken bir hedef. Günümüzde moda her konuda olduğu gibi bu konuda da medyayı suçlamak! Medya belli bir güzellik anlayışını dayatıyor, moda ve sinema endüstrisi bu dayatılan güzellik anlayışını yayıyor, destekliyor vs. Medyanın belli bir güzellik anlayışını pompaladığı tartışılmaz ama unutmayalım ki arkeoloji müzelerindeki bin yıllık takıları, krem kutularını da gazeteciler icat etmedi. Her dönemin kendine özgü bir güzellik anlayışı var, bu döneminkini medya yayıyor sadece. Tarihsel süreçte kadınların en güçlü erkeği seçmek için yarıştıklarını, bunun soyun devamını garanti altına almak için olduğunu biliyoruz. Sanıyorum benzer bir mekanizma içten içe işlemeye devam ediyor. Tarihin ilk çağlarında fiziksel güç gerekiyordu bunun için, şimdi o güç erkeklerin fiziksel görünümlerinin ötesine geçti. Para, iktidar vs gibi “müşevvikler” kadınları güzel görünme çabasını abartmaya itiyor olmalı. Doğrusunu isterseniz bunun hoşuma gittiğini de söylemem gerekir. Sokaklarda bakımsız, pasaklı kadınlar dolaşacağına, şık, giysilerine, saçına, makyajına özen göstermiş kadınların dolaşmasını tercih ederim.