Paylaş
Bilal Erdoğan’a bu toplantıda Vali Yardımcısı da eşlik etti. Gazetelerden öğrendiğime göre toplantıda Dicle Üniversitesi Rektörü ve AKP Diyarbakır İl Başkanı da bulunmuş.
Bilal Erdoğan, bu toplantıyı hangi “sıfatla” yapmış, tam olarak belli değil ama bir süredir kurduğu vakıf TÜRGEV aracılığıyla eğitimi yönlendirme işinde olduğunu biliyoruz.
Kız–erkek ayrı eğitim verilen okul kampuslarının kurulması talimatını, imam hatipli sayısının milyonu geçmesi gerektiği fikirlerini de daha önce eğitim dünyamıza bahşetmişti.
Milli Eğitim Bakanlığı bürokratlarına talimatlar verdiğini, bu gücü “babasının siyasi iradesinden aldığını” da biliyoruz.
Şunu sormak istiyorum: Bilal Erdoğan, Cumhurbaşkanı’nın oğlu olmasaydı, böyle bir toplantı düzenleyebilir miydi?
Kuşkusuz düzenleyemezdi, eğitimle ilgilenen birçok vakıf var ve hiçbirinin yöneticisine böyle bir olanak sağlanmıyor.
Hadi diyelim ki konu eğitimdir, eğitimcilerle birlikte toplanmasında, ne yapılması gerektiği ile ilgili görüş alışverişinde bulunmasında bir sakınca olmasın.
Peki o zaman AKP İl Başkanı’nın o toplantıda işi ne?
Bu bir siyasi toplantı mı, imam hatip okullarının müdürleri devlet memuru değil mi?
Bir de Başbakan Ahmet Davutoğlu çıkmış, beşuş bir çehreyle “Bu benim yakınımdır, bu benim akrabamdır, bu benim tanıdığımdır diyerek devletin yürütülmeye başlanmasında çöküşün izleri görünür” diyor.
Peki bu ne?
Milli Eğitim’i kim yönetiyor?
Memleketin seçilmiş hükümeti mi? Yoksa kamu kaynakları ve siyasi nüfuzla elde edilen bağışlarla çalışan bir vakfın tek vasfı Cumhurbaşkanı’nın oğlu olmak olan bir yöneticisi mi?
Pedalı çevrilen bisiklet düşmez!
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan, bisiklete bindi!
Baktım kılık kıyafet filan fena değil.
Tabii bisiklet mayosu ve tişörtü giyseydi daha iyi olurdu ama sanırım bu “erkek tesettürü kurallarına” uymazdı, onun için bu giydiği kıyafet de idare eder.
Dikkatimi çekti, Cumhurbaşkanı bisikletini kullanırken, korumalar da yanında takım elbiseler içinde koşturup duruyorlar.
Tıknefes olduklarını tahmin etmek de zor değil.
Kılık kıyafetleri öyle bir iş için uygun değil, o ayakkabılarla koşmak da bir işkence olmalı.
Bunlar tali sorunlar, asıl sorun şu ki böyle bir koruma faaliyeti olmaz.
Allah korusun manyağın biri saldırsa, nefes nefese ve kan ter içinde kalmış o korumalar nasıl sağlıklı bir müdahalede bulunabilirler ki?
Bu iş bu kadar hafife alınmamalı.
Kendisi hepimizin Cumhurbaşkanı olduğu fikrine henüz alışmamış olsa da gerçek bu, TC Cumhurbaşkanı ve hayatı hepimiz için değerli.
Öte yandan şöyle bir gerçek de var: Batıda, özellikle Kuzey Avrupa ülkelerinde bakanlar, başbakanlar işlerine bisikletle gidip geliyorlar.
Hiçbirinin yanında da bir koruma ordusu koşturmuyor.
Neden acaba?
Üstelik o ülkelerde teröristler, başbakan, dışişleri bakanı filan da öldürdü.
Acaba “koruma” dediğimiz iş, bizim anladığımızdan farklı mı oralarda?
Yoksa halkından korkan, zaten en başta hiç seçime girmeyip, görevlere talip olmuyor mu?
Sormazlarsa ‘Zengin oldu’ dersin!
BEŞİKTAŞ Başkanı Fikret Orman, Reza Zarrab’ın gözlerine bakıp, onun içindeki Beşiktaş aşkını anladı ve bizim Latif Demirci de şahane bir karikatür çizdi:
Reza Bey’in, Zafer Bey’e armağan ettiği saat, Beşiktaş formasının üzerinde!
Ve Beşiktaş yönetimi de bu karikatürü kınadı!
Evet, fıkra gibi değil mi?
Sanıyorum dünya yüzünde daha önce böyle bir şey hiç olmadı. Bir spor kulübü, bir gazeteyi, bir karikatürü yayınladığı için eleştirdi.
Reza Zarrab bazı kişiler için makbul bir tip değil, bunu biliyoruz.
Ama emin olun ki diğer takım taraftarları arasında, başkalarının da Reza Zarrab kadar makbul bulmadığı onlarca taraftar, üye vardır. Kombine bilet, loca, forma vs. almışlardır.
Dolayısıyla bu Beşiktaş’ı rencide edecek bir durum sayılmaz.
Sorunumuz, bu toplumun böyle kişileri tecrit edemiyor olmasıdır. Rencide olması gereken hepimiziz.
Onca rezillik ve yolsuzluklar ortaya dökülür ama kişiler itibarlarından bir şey kaybetmez.
Başköşede ağırlanırlar, önlerinde saygıyla eğilecek yüzlerce insan çıkar.
Çünkü gözleri o kişilerin cebindedir. Ceplerindeki parada. “Helal” olup olmaması önemli değildir.
Düşünün ki Cem Uzan’ın onca olayı ortaya çıktıktan sonra bile insanlar onun düzenlediği eğlencelere katılmayı marifet sandılar. Anlı şanlı, kimsenin parasına muhtaç olmayanlar bile!
Sorun budur.
Bu toplumun saygınlık meselesi ile ilgili ölçütünün ahlak değil, para olmasıdır.
Paran varsa sevilir, sayılırsın, istersen hırsız ol.
Paran yoksa iki-üç gerçek dost dışında kimse selam vermez.
“Bizim köye gidersen soranlara selam söyle! Kimse sormazsa, zengin oldu dersin. O zaman anamı da sorarlar, babamı da” fıkrasının bu ülkede doğmuş olması tesadüf değildir.
Tabii bir de şunu merak ediyorum: Reza Bey, o locada maç seyredebileceğine gerçekten inanıyor mu?
Paylaş