10 gün sonra sandıklara gidip oylarımızı kullanacağız. Birçok kişi seçimi kimin kazanacağını merak ediyor ama ben daha çok kimlerin kaybedeceği ile ilgiliyim.
Biliyorsunuz bizim siyaset düzenimizde ádet, seçim kaybeden liderin olanca pişkinliği ile koltuğunda oturmaya devam etmesidir.
Bu seçimin, bu kötü gelenek açısından son seçim olmasını diliyorum.
Çünkü bizim oligarşik parti yapılarının içinde seçim bile kaybetse, bir lideri koltuğundan kaldıracak mekanizmaların çalışabilmesi mümkün değil.
Halkın siyasetten soğumasına ve sistemin işleyişinin bozulmasına neden olan bu durumu değiştirmek için ilk adım bu tür bir geleneğin yerleşmesi olabilir.
Partilerin geçmiş seçimdeki performanslarına, bu seçim kampanyası sırasındaki söylemlere bakarak kendimce bir "başarı-başarısızlık sınırı" çıkardım.
Önde gelen iki partinin lideri için sınır çok belli: Recep Tayyip Erdoğan ya da Deniz Baykal’dan birisi eğer iktidara gelemezlerse başarısız sayılmalılar.
İkisi de son beş seneyi TBMM çatısı altında geçirdi, biri iktidar, diğeri ana muhalefetti ve normal olanı bu seçimde iktidar (ya da birinci parti) olmayı başaramayanın artık o koltuğu terk etmesidir.
Geçen seçimde baraj altında kalan MHP, DP (DYP), GP için bu seçimde başarı, barajı geçebilmek olur. Barajı geçemeyen liderin de koltuğuyla vedalaşması doğru tutumdur diye düşünüyorum.
ANAVATAN lideri Erkan Mumcu’nun seçime bile girmeyi başaramamış olmasına rağmen hálá seçim sonuçlarını beklemesini de anlamsız buluyorum.
Bağımsız adaylar için de başarının tek ölçütü var elbette: Seçilebilmek. Bu özellikle DTP liderlerini ilgilendiriyor.
Böyle yazıyorum ama biliyorum ki hepsi seçim sonuçlarına bakınca nasıl kazandıklarını anlatacaklar ve biz de bunlara bakıp güleceğiz.
Artık bu liderlere gülmeli miyiz, yoksa Türk demokrasisinin geleceğine ağlamalı mıyız, orasını size bırakıyorum.
Oylar ne zaman ’boşa gider’
SON zamanlarda CHP’ye oy verilmesini önerenlerin savunduğu tez şu: Bağımsız adaylara oy verirseniz, oyunuz boşa gider, AKP’nin ekmeğine yağ sürersiniz!
Böyle düşünenler, AKP karşıtı, toplumsal muhalefetin CHP çatısı altında birleşmesini savunuyorlar. "Solcular CHP’ye, sağcılar MHP’ye" tezi de bunun bir sonucu.
İşin ilginci aynı sözleri tersinden AKP çevrelerinin de sıkça dile getiriyor olması.
Siyaseti iki kutuplu hale getirme çabasının bir sonucu ve parti liderlerinden hiçbiri seçim barajının kaldırılmasının ya da makul bir düzeye çekilmesinin gerekliliğini savunmuyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da dün Hürriyet’te yayımlanan konuşmasında "2013’ten önce baraj kalkmaz" diyordu.
Bu durumda Türkiye’deki farklı siyasi görüşler TBMM’de nasıl temsil edilecek? Türk halkı sadece iki görüşten ibaret mi ki başka seslerin temsil edilebilmesi hiçbir demokraside olmadığı kadar yüksek barajlarla engelleniyor?
Başka siyasi görüşlere sahip olanların sırf "oyum boşa gitmesin" diye iki-üç partiden birine oy vermeye zorlanmaları o oyların aslında oy sahipleri tarafından "boşa" kullanılması sayılmaz mı?
Karikatürdeki Türk imajı
YUNANİSTAN’a yıllar önce ilk kez gittiğimde bizdeki Maksim Gazinosu’na benzer bir gazinoda şarkıcıların dinlenme aralarında sahneye çıkan iki komedyen izlemiştim.
Komedyenlerden biri bir Türk’ü canlandırıyordu. Son derece ırkçı esprilerle dolu, aptalca bir programdı ve sonuna kadar seyretmeye sabrım yetmemişti.
O gün dehşete kapıldığımı da iyi hatırlıyorum. Türkiye’de, o eski gerilim yıllarında bile bir Yunanlı ile ilgili böyle espriler yapıldığına hiç tanık olmamıştım.
Yunan gazetelerindeki karikatürler de hiç farklı değildi. O tür "sahne esprileri" devam ediyor mu bilmiyorum ama Yunan gazetelerinde yayımlanan karikatürlerde Türk demek "fesli, bıyıklı, şişko ve belindeki kuşağında sivri bir hançer taşıyan, pis kılıklı bir adam" demekti.
Dün Yunanistan’da yayımlanan Ta Nea gazetesinde yayımlanan bir yorum bu saçmalığı Yunanlıların da ilk kez kendi kendilerine itiraf etmeye cesaret edebildiklerini gösteriyor.
Bence olumlu bir gelişme.
Darısı, bütün Arapları "aptal, açlıktan avurtları yapışmış ve pis insanlar" olarak gösteren Amerikan karikatüristlerinin başına!