Paylaş
Ama aslına bakarsanız MHP liderinin önceki gün ve dün yaptığı açıklamalar, başkan seçimini de bir formaliteye dönüştürmüş bulunuyordu.
“HDP’nin oy verdiği adaya oy vermem” diye yola çıktı, “CHP çatı aday İhsanoğlu’na oy versin”e geldi, ardından da “Dördüncü turda bizim adayımız olmazsa boş oy kullanırız” dedi.
Bu “politika”nın bir tek sonucu olabilirdi, AKP’nin adayı Meclis Başkanlığı seçimini son turda alıp götürebilirdi.
Böylece muhalefet, Devlet Bahçeli’nin “Onunla konuşmam, bununla yan yana durmam” politikası nedeniyle aslında çoğunlukta oldukları Meclis’in başkanını götürüp AKP’ye hediye etmiş oldular.
Ortağı olduğu koalisyonu bozup, AKP’nin iktidara gelmesiyle sonuçlanan erken seçime gitme ısrarından sonra bir kez daha Bahçeli, AKP’nin değirmenine su taşımış oldu.
Olabilir, bu nedenle onu eleştiremeyiz. Sonuçta bir partiyi yönetiyor, partisinin kurulları ona güveniyor, o da böyle bir politikayı doğru buluyor. Partisinin milletvekilleri de bu politikayı doğru bulmuş olmalı ki onun istediği yönde oylarını kullanıyorlar.
Ama tarih, bu tür “anti politikaların” sahiplerinin sonunda güldüklerini hiç yazmıyor.
Politika, sorunları çözmek için yapılır. Esasen “pozitif” bir eylemdir. Demokratik uzlaşma sorunlara ortak çözümler üretebilmek için gereklidir ve esasen “parlamento” diye bir organın varlığı bunu sağlamak içindir.
Bahçeli belli ki kendisine tek hedef olarak “muhalefet etmeyi” seçmiş.
Türkiye, kaçınılmaz olarak bir erken seçim yaşayacak.
Bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın durumu ve hayalleri, diğer yandan uzlaşma yeteneğinden yoksun bir muhalefetin varlığı buna yol açacak.
Bahçeli, doğru mu yaptı, yoksa yanlış mı yaptı, o kaçınılmaz erken seçimde hep birlikte göreceğiz.
Vali Bey’in okuması gereken karar
İSTANBUL Valisi, LGBTİ Onur Yürüyüşü’nü polis şiddeti ile dağıtma kararı vermesini, HDP milletvekili Filiz Kerestecioğlu’na şöyle açıklamış: “Başka şeylere müsamaha ediyoruz ama onlar olmaz.”
“Başka şeylerden” kastı nedir tam olarak bilemiyorum ama İstanbul’da Valiliğin herhangi bir protesto yürüyüşüne ya da gösteriye “müsamaha” gösterdiğini hatırlamıyorum. İslamcı grupların gösterileri hariç!
O gösteriler polis marifetiyle dağıtılmıyor, Vali konu bu olunca Anayasa’ya, kanunlara ve mahkeme kararlarına uymayı akıl edebiliyor.
Vali Bey’in önce Anayasa Mahkemesi’nin 25 Mart 2015 tarihli Osman Erbil Kararı’nı iyice okumasını öneririm.
Bakın orada ne deniliyor:
“Çoğulculuk, hoşgörü ve başkalarının düşünce ve inançlarına saygı duymak demokratik toplumun vazgeçilmez özelliklerindendir. Çoğulcu demokrasilerde, çoğunluğun fikrinin her durumda üstün olduğu ileri sürülemeyeceği gibi azınlık veya muhalif fikirlerin korunması ve bunların ifade edilmesinin güvence altına alınması demokratik ilkelere saygının bir göstergesidir. Azınlıkta kalan fikirlerin, çoğunluğun nazarında kışkırtıcı veya rahatsız edici olması durumunda dahi korunarak güvence altına alınması çoğulculuğun, açık fikirliliğin, hoşgörünün ve demokratik toplumun gereğidir.”
Demek ki neymiş: Vali, “Onlar” dediği kişileri kendisi için rahatsız edici bulsa dahi, toplantı haklarına saygı duymak zorundaydı.
Bu bölüm de aynı karardan, Vali Bey gözünü açıp okursa iyi olur:
“Şiddete teşvik dışında toplantı ve ifade özgürlüğünün ortadan kaldırılmasına yönelik önleyici nitelikli radikal tedbirler, yetkililerin eylemlerde kullanılan ifadeler ve bakış açılarını kabul edilemez olarak değerlendirdiği ya da eylemlerin yasadışı olduğu durumlarda dahi, demokrasiye zarar verir.”
Vali Bey’e bir de Venedik Komisyonu raporu hatırlatayım, tarih 25 Haziran 2012.
Orada şöyle deniliyor: “Bir toplantının rahatsızlık ya da güçlüklere yol açma olasılığı, toplantının yasaklanması için bir gerekçe olamaz.”
Vali, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile garanti altına alınmış, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla kullanılması engellenemeyecek bir özgürlüğü açıkça yok saydı. Bununla da kalmadı, göstericilere karşı aşırı şiddet kullanılmasını emrederek, insanlara zarar da verdi.
Vali bu yaptığıyla belki iktidarın gözüne girdiğini düşünüyor ama unutmasın ki insan haklarına ve hukuka saygılı olan herkesin gözünden de düştü, ileride hep böyle hatırlanacak.
Kaçınılmaz hatanın kaçınılmaz suçlusu
TARAF gazetesi yazarı Mehmet Baransu hakkında, 34 vatandaşımızın ölümüyle sonuçlanan bombardıman olayı ile ilgili olarak yazdığı haberler nedeniyle dava açıldı.
Baransu’nun “devletin güvenliği ve siyasal yararlarına ilişkin gizli kalması gereken bilgileri temin etme ve açıklama” suçlarından tutuklanması istendi.
Sulh Ceza Hâkimliği, Baransu’nun bir başka suç nedeniyle tutuklu bulunduğu gerekçesiyle tutuklama istemini kabul etmedi, “yurtdışına çıkış yasağı” koyarak “serbest” bıraktı.
Muhtemelen ileride “Tutuklu gazeteci yok ki” diyebilmek için böyle yaptılar ne de olsa zaten hapiste diye.
34 vatandaşımızın bombalanarak öldürülmesi olayında hatırlıyorsunuzdur kimse suçlu bulunmamıştı.
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı olayı “kaçınılmaz hata” olarak değerlendirip takipsizlik kararı vermişti.
Baransu da bu olaya neden olan istihbaratın kimden geldiği ile ilgili haberler yazmıştı.
Baransu’nun bu konuyla ilgili olarak yaptığı şey “gazetecilik”tir.
Katliamın sorumlularını korumak için dosya örtbas edilirken, bu olayı açıklığa kavuşturmak için haberler yazan gazeteci için hapis cezası isteniyor!
İşte Türkiye’nin adalet düzeni, işte basın özgürlüğünde varabildiğimiz yer!
Paylaş