Paylaş
Bir arkadaşımı beklerken vakit geçirmek için girdiğim alışveriş merkezindeki kitapçıda, bir kitabın üzerinde Ethan Hawke adını gördüğümde bir isim benzerliği olduğunu düşündüm önce.
Ama değilmiş; film oyuncusu ve senarist olarak tanıdığım Ethan Hawke’la ‘Şövalyeliğin Kuralları’ isimli kitabın yazarı aynı kişiymiş (Çeviren: Sevi Sönmez, Doğan Novus).
Hawke’ı tanıdığımız ilk film, daha lise yıllarındayken oynadığı ‘Ölü Ozanlar Derneği’ydi. Sonrasında da birçok filmde oynadı, Oscar’a aday oldu ama hiç kazanamadı. İyi oyunculuğunun yanı sıra ‘Before Sunset’ filmindeki başarılı senaristliğinin de altını çizmem gerek.
‘Kill Bill’deki rolüyle unutulmazlar arasına giren Uma Thurman’la evlenmiş ve iki çocuk sahibi de olmuşlardı ama sonra boşandı ve kitap illüstratörü Ryan Hawke’la evlendi.
* * *
Dedikoducular gibi lafı uzatmayayım; yazarının adı kadar kitabın adı da ilgimi çekmişti aslına bakarsanız. Çocukluk hayallerimi besleyen şeylerden en önemlisi büyük kâşiflerin hayatıysa, ikinci derecede önemli olan da ‘şövalye’ hikâyeleriydi.
O yıllarda daha mı çok şövalye filmi çekiliyordu bilemiyorum ama aynı filmi üç-dört kez izlediğimi gayet iyi biliyorum. Zırhları, atları, kılıçları, diğer şövalye arkadaşlarıyla ölümüne sadakate dayanan ilişkileri ve güzel genç kadınların gönüllerini kolayca fethedebilmeleri miydi ilgimi çeken?
Yoksa o yaşlardaki her erkek çocuğa hâkim olan ‘kahraman olma’ isteği miydi? Bunu da bilemiyorum.
Diyeceksiniz ki ne biliyorsun? Bildiğim şey, her şeyi bilemeyeceğimdir!
Çiftlik evinin bodrumundan çıkan mektup
Neyse; kitaba yazdığı önsöze göre Ethan Hawke, 1970’lerin başında büyükannesinin cenazesinin ardından, Ohio’da ailesine ait bir çiftlik evinin bodrumunda eski eşyaları karıştırırken bir mektup bulmuş.
Mektubun o evin bodrumuna nasıl girdiği bilinmiyor ama 15’inci yüzyılın sonlarında Mezbaha Köprüsü Savaşı’nda ölen 323 şövalyeden biri olan Sir Thomas Lemuel Hawke’a ait olduğuna inanılıyor.
Zaten Hawke ailesinin kökenleri de Kernevekeli Hawke familyasına kadar dayanıyormuş. Sir Thomas bu mektubu, ertesi gün gireceği ve hayatının son savaşı olan çarpışmaya girmeden önce, üç kızına bir tür vasiyet olarak yazmış.
Kitabı aldım tabii. Artık şövalye olma hayallerimi geride bıraktım. Bu yaşımdan sonra o zırhları giyip at üstünde kılıç salladığımı hayal ettiğimi duyanlarda nasıl bir etki yaratabileceğimi tahmin edebiliyorum çünkü.
* * *
Ama yine de aldım ve hızla okudum. Bir tür ‘kişisel gelişim kitabı’ gibi sanki. “Yalnız kalmak için zaman yarat”, “Sessizlik zihnin bilgelik ve berraklığı için faydalıdır”, “Asla bir şövalye olduğunu ilan etme ama öyle davran”, “Gururlu ol”, “Kardeşçe yaşamaya gayret et”, “Yaşamının kalitesi, zamanını çoğunlukla kiminle geçirmeyi seçtiğine bağlıdır” gibi bir dizi öğüt!
Kur yaparken önce dürüstlük elzemdir
‘Ferrari’sini Satan Bilge’nin 15’inci yüzyıl versiyonu yani.
Şöyle bir bölüm var; ismi lazım değil, günümüzde çok ünlü olan birisi için iyi bir öğüt olabilir diye buraya aktarayım: “Öfkenizi kontrol altında tutamıyorsanız mesafeli davranın ve çenenizi mümkün olduğunca kapalı tutun. İnsanları korkutmak veya sindirmek kolaydır ama güç bu değildir. İyi bir şövalye veya hanımefendi, gücünü diğerlerini güçlendirmek için kullanır. Doğru davranın ki güç de sizinle olsun.”
Ne dersiniz, işe yarar mı?
Sir Thomas’ın gençler için de küçük notları var:
“Kur yaparken ilk önce dürüstlük elzemdir.”
“Şövalye asla acele etmez. Diğerlerinin kalbine de kendi kalbi kadar özen gösterir.”
“Sevgi sadece bir laf değil, bir eylemdir.”
“Genel yanılgıya düşüp sevgiyi arzu ve tutkuyla karıştırmayın. Sevgi sorumluluk sahibidir, güvenlidir, içinde özen vardır.”
Bir yudum Uma Thurman’a ne dersiniz?
Ethan Hawke’tan girince sözün dönüp dolaşıp Uma Thurman’a gelmesi, en azından benim için kaçınılmaz! Onun için bu hafta ona adanmış bir kokteyl tarifi vereceğim.
Batı’da ünlü barmenler, tanınmış film-tiyatro oyuncuları, yazarlar ya da opera-bale sanatçılarının isimlerine adanmış kokteyller yapıyorlar. Bir bara girip barmene “Bana bir Marilyn Monroe” derseniz, “Ben muhabbet tellalı değilim” yanıtını almazsınız; önünüze güzelce hazırlanmış bir bardak gelir.
Şimdi kapandı ama Frankfurt’taki Casablanca Bar’ı yöneten ünlü barmen Ahmet Ayberk, benim adıma votka bazlı, kumkuat ve mandalina da içeren bir kokteyl yapmıştı. Bir gün onun tarifini de paylaşırım sizlerle.
Ama niye mesela bir Ayhan Işık kokteylimiz yok? Ya da Filiz Akın? Barmenlerimiz uyuyor mu?
* * *
İşte bu kokteyl de sağlıklı yaşam konusuna takıntılı olduğu bilinen Uma Thurman için yapılmış.
Bir shot bardağı dolusu votkayı ve üç shot bardağı tarhun çayını (tarifi aşağıda) bir Tom Collins bardağa (silindirik, uzun, 400 ml kapasiteli kokteyl bardağı) tepeleme doldurduğunuz buzların üzerine dökün, bar kaşığıyla karıştırın. Dört parçaya böldüğünüz çilekleri de üzerine koyup süsleyin. Alkolün fazlasının zararlı olduğunu aklınızda tutun.
Tarhun çayını yapmak içinse suyu kaynatın, bir çay kaşığı kurutulmuş ya da bir tatlı kaşığı taze tarhun yaprağının üzerine dökün, beş dakika sonra çayınız hazır. Bu çay sindirim sorunu olanlara da içine alkol koymamak şartıyla iyi gelir. Kansere neden olan serbest radikallerle savaşır. Ama abartmayın, uzun süreli yoğun tüketimi zararlı olabilir. Ve elbette tarhun otuna alerjiniz varsa uzak durun.
Âşık olmadan ölmeyin
Birazdan bu başlık altında yazdıklarımı okuyunca bana şizofreni teşhisi koyabilirsiniz. Evet, ilk bakışta öyle olabilir. Bir şövalyenin yaşam önerilerinden roman kahramanı da olsa bir genelev patroniçesinin yaşam öğüdüne atlıyorum!
Gabriel García Márquez, ‘Benim Hüzünlü Orospularım’ (Çeviren: İnci Kut, Can Yayınları) isimli romanında 90’ıncı yaş gününü kutlamaya hazırlanan sıradan bir gazetecinin kendisiyle hesaplaşmasını anlatır.
Yaşamı boyunca gerçek aşkı hiç tatmamış, parasını ödemediği hiçbir kadınla sevişmemiş, sadece genelevlerde geçirdiği saatler içinde kendisi olabilmiş bir yaşlı adam!
Bu çirkin ve yaşlı adam 90’ıncı yaş gününde kendisine özel bir armağan vermeye niyetlenir. Eskiden tanıdığı bir genelev patronundan kendisine bir ‘bakire’ bulmasını ister.
Yaşlı adam her seferinde genç kızı uyurken seyretmek dışında bir şey yapmaz ve bu garip ilişkinin sonunda da, o vakte kadar tatmadığı bir duyguyla tanışır: Aşk! Yaşamının sonunu güzelleştirecek öğüdü de genelev patronundan alır: “Âşık olarak sevişme zevkini denemeden ölmeye kalkma sakın!”
Ve yaşamının birinci yüzyılının günbatımında kendi gerçeğiyle yüzleşir: “Sonunda gerçek yaşam buydu işte, kalbim kurtulmuş, yüz yaşımdan sonra herhangi bir gün mutlu bir can çekişmesi içinde aşktan ölmeye mahkûm olmuştu!”
Paylaş