DÜN Radikal’de Prof. Dr. Binnaz Toprak ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu tarafından yapılan bir araştırmanın sonuçları vardı.
Araştırma "İş yaşamı, üst yönetim ve siyasette kadın" başlığını taşıyor.
Üniversitelerde türban yasağının kaldırılması, biliyorsunuz "kız çocuklarının liseden sonra okuma olanağı bulamamaları" ile de ilişkilendiriliyor.
Toprak ve Kalaycıoğlu’nun TESEV için yaptıkları araştırma bunun büyük bir balon olduğunu ortaya koyuyor.
Ülkemizde liseden sonra okuma olanağı bulamayan kızlarımızın yüzde 29’u sınavı kazanamadıkları için okula gidemiyorlar. Bunu yüzde 14,6 ile evlilik, yüzde 14 ile çalışmak zorunda olmak, yüzde 10,5 ile daha fazla okumasına ailesinin izin vermemesi, yüzde 9,8 ile okumayı sevmemek, yüzde 6,3 ile maddi olanakların yetersizliği izliyor. Türban yasağı nedeniyle okumaya devam edemeyenlerin oranı sadece yüzde 1.
Elbette o yüzde 1’lik kesimin de okuyamamasını küçümsemiyorum ve okuyabilmeleri için gerekenin yapılması kanısındayım. Dikkatinizi çekmek istediğim konu farklı.
Araştırma ortaya koyuyor ki kız çocuklarının asıl sorunu "yoksulluk ve muhafazakár görüş açısı".
Ve bugün AKP-MHP ittifakının yapmaya çalıştığı şey de Türkiye’yi giderek daha muhafazakár bir ülke haline dönüştürmekten başka bir şey değil.
Kız çocuklarını bekleyen asıl tehlike büyüyor ve zaten bu kesimin istediği şey de kadınları toplumsal yaşamın dışında tutabilmektir!
Bana her şey ’o konuyu’ hatırlatıyor!
CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’e, Katar gezisi sırasında ziyaret ettiği bir eğitim merkezinde İngilizce ve Türkçe basılmış iki Kuran-ı Kerim armağan edilmiş.
Cumhurbaşkanı da bunun altında kalmamış ve eğitim merkezinin yetkililerine İznik çinilerinden oluşan bir tablo hediye etmiş.
Cumhurbaşkanı’nın gezi sırasında gazetecilerle yaptığı sohbetten de öğreniyoruz ki kendisine Kazakistan gezisinde de 1,5 yaşında bir safkan at armağan edilmiş.
Bu haberleri okurken aklıma yine Suudi Kralı’nın hediyeleri konusu geldi.
Kaç kere yazdığımı ben bile unuttum.
Suudi Kralı’nın, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eşlerine hangi armağanlar verdiği ve bunlar ile ilgili nasıl bir işlem yaptığı hálá merak konusu.
Bu konuyla ilgili olarak verilmiş 4 ayrı yazılı soru önergesi var. Bildiğim kadarıyla TBMM içtüzüğü bu önergelerin 15 gün içinde yanıtlanmasını gerektiriyor ama bunlara da bir yanıt verilmedi.
Milletvekillerinin, yürütme organını millet adına denetlemesinde araçlardan biri de bu soru önergeleri.
Belli ki AKP’lilerin "milli iradeden" anladıkları tek şey, TBMM çoğunluğunun parmak kaldırarak kanun çıkarması!
Soru önergelerine yanıt verilmemiş olması bunu gösteriyor.
İşine gelince "milli iradeden" söz etmeyi çok seven iktidarın, işine gelmeyen durumlarda TBMM’yi hiçe sayması da hayra alamet değil!
Temel Özalak’ı kaybettik
DÜN bu yazıyı yazdığım saatlerde spor yazarı, gazeteci Temel Özalak’ı kaybettiğimiz haberini aldım.
Bugün gazetelerin spor sayfalarında küçük bir haber olarak geçecek. Büyük olasılıkla hakkında yazılmış uzun veda yazılarına da rastlamayacaksınız.
Dün baktım, her dedikoduyu haber yapan medya sitelerinde, iş görüşmesi yaparken kalp krizi geçirip ölen bir gazeteci haber olamamıştı.
Bizim meslekte böyledir ádet. Mesleğimizin çilekeş mensupları, yaşarken ne kadar ilgi görürlerse, öldükten sonra da o kadar ilgi görürler çünkü.
Temel, 12 Eylül’den sonra, Gelişim Yayınları’nda çalışmak üzere Ankara’dan İstanbul’a geldiğimde ilk tanıdığım gazetecilerden biriydi.
Ankaralı bir gazetecinin, İstanbul’a ve bu kentin kendine özgü gazetecilik yaşamına alışmasının zorluklarını, Temel’in hiçbir zaman karşılık beklemeyen dostluğu sayesinde atlattım diyebilirim.
İyi bir Galatasaraylıydı, birlikte çok maç seyrettik, maçlardan sonra küçük meyhanelerde iki tek atarken birbirimizle çok dalga geçtik.
Son yıllarda daha çok evinde oturmak zorunda kalmıştı. Benimle olan yakınlığı, son çalıştığı gazeteden çıkarılmasına yol açmıştı çünkü.
Ayda bir arar, "Patron gel de bir yemek yiyelim" derdi. O Bostancı’da, ben Güneşli’de olduğum için bir türlü fırsat bulamadık buna.
Sanırım ben artık gerçek bir İstanbullu olmuştum geçen zaman içinde, uzaklık arkasına saklandığım bir bahaneydi belki de!
İnsanlara karşı iyi niyetli, çalışkan, aklı yanıt aradığı türlü sorularla dolu değerli bir gazeteciyi yitirdik. Ben de hiçbir zaman unutamayacağım bir arkadaşımı kaybettim.
Okuyucularının, yakınlarının, arkadaşlarının başı sağ olsun, Allah rahmet eylesin!