TOKAT Milletvekili AKP’li Resul Tosun, ‘Genelkurmayımız, Muhafız Alayı’nı Meclis’ten çekmeli, Kara Harp Okulu’nu başka bir şehre veya en azından şehir dışına çıkarmalı, kuvvet komutanlıklarını daha sakin semtlere taşımalı’ diyor.
Tosun, bu önerisini, Ankara’nın ‘sivil bir başkent gibi’ görünmesi için yaptığını söylüyor. ‘Ankara’da attığınız her adım, askerin siyasi başkent üzerindeki etkisini hal diliyle anlatmaktadır’ diyor.
‘Demokratik rejim üzerindeki asker gölgesi’ tartışmaları yeni değil. Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde bu konunun sıkça tartışılacağına da tanık olacağız.
Resul Tosun da kendince bu konuda fikir beyan ediyor; ama deyim yerindeyse ‘sapla samanı karıştırıyor’!
Bir demokraside askerin yeri ve rolünü tartışırken, konuyu ‘kışlaların kent içindeki yerlerine’ bağlamak için de sanırım insanın ‘siyaset teorilerinden’ hiç haberinin olmaması gerekiyor.
Bir ülkenin başkentinde insanı rahatsız edecek ‘asker görüntüsü’, olsa olsa bir işgal ordusunun varlığı söz konusuysa mümkün olabilir.
Tosun, belli ki Pentagon’un bulunduğu Arlington’u hiç görmemiş. Kilometrelerce uzayıp, ABD’nin başkenti Washington D.C.’nin tam merkezindeki Mall’a bir köprüyle bağlanan Arlington Askeri Mezarlığı’nı da görmemiş olmalı. Bu görüntülere ve sokaklarda yüzlercesi dolaşan üniformalı asker ve subaylara bakıp ABD’nin bir ‘askeri vesayet altında olduğunu’ düşünen herhangi bir kimse var mı?
Ya da Brüksel’de NATO Karargáhı civarında oturanlar, bir ‘askeri diktatörlük’ altında yaşadıklarını mı düşünüyorlar?
Tosun, ülkede gerçek demokrasinin yerleşmesi için Anayasa ve yasalarda neler yapılması gerektiğini düşünmek ve yapmak için milletvekili olarak Ankara’da bulunuyor.
Bir ülkenin vatandaşlarının, kendi askerine bir ‘işgal ordusu’ gözüyle bakmaması gerektiğini unutuyor.
Antalya’da ‘Küçük İran’ yaratma hevesi
‘TÜRKİYE’yi İranlaştırma Operasyonu’ adım adım ilerliyor. Önce ‘bazı AKP’li belediyelerin işgüzarlığı’ gibi görünen içki yasaklamaları, İçişleri Bakanlığı’nın bir genelgesiyle artık ‘devlet kararı’ haline geliyor.
Antalya’nın sekiz ilçesinde kaymakamlıkların ‘içkili işletmeleri belli bölgelere toplama’ kararları, Türkiye’nin en önemli gelir kalemlerinden biri haline gelen turizmi de tehdit ediyor.
Yasağı savunan AKP Antalya Milletvekili Fikret Badazlı,‘Alkolün dinen sakıncalı olduğunu, ancak yasalarda alkol kullanımının sınırlanmadığını’ belirterek şöyle diyor:
‘Her yerde içkili mekán olması bazen hoş olmayabiliyor. İçki kullanmak bir eğitim meselesidir. Adam bir kadeh içki alsa bile hemen yanındakini rahatsız edebiliyor, mahallesine nara atarak girebiliyor.’
Yasakçı kaymakamlıklar da hareketlerinin gerekçesini ‘asayişi korumak’ amacıyla açıklıyorlar.
Her içki içeni ‘potansiyel sarhoş’ ve ‘suç işlemeye hazır’ olarak gören bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Bugüne kadar Türkiye, sarhoşların sokaklarında her an olay çıkardığı, içki içilen yerlerde suç şebekelerinin birbiri ardına kurulduğu bir ülke miydi ki şimdi bu yasaklar gündeme getiriliyor?
Yapılmak istenen şey çok açık: Bir yaşam anlayışını, toplumun tümüne zorla kabul ettirmek!
Belli ki bu yolu tam da buradan açmayı başarabilirlerse, ileride başka isteklerini de kolayca topluma kabul ettirebileceklerini düşünüyorlar.
Unuttukları küçük bir detay var ama: Burası İran değil!
‘Kılıç-kalkan’la resmi tören neden olmaz
BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan’a, Yeni Zelanda’da yapılan ‘karşılama töreni’ birçok kişinin aklına bizim ‘kılıç-kalkan oyununu’ getirmiş. ‘Maori’lerin yaptığı geleneksel ‘haka dansı’ ile bizim geleneksel ‘kılıç-kalkan’ı karşılaştırmak pek mümkün değil oysa.
Kılıç-kalkan oyununun tarihsel kökleri, Osman ve Orhan Gazi’nin, Bursa kuşatmalarına kadar dayanıyor. Kuşatma altındakilere ‘korku vermek amacıyla’ askerlerce oynanan bu ‘müziksiz oyun’ halen Bursa-Balıkesir bölgesine özgü bir yerel oyun olarak yaşıyor.
Yeni Zelanda ise İngiliz kökenli göçmenler ile Maori yerlilerinin ortak devleti.
İki resmi dili var: İngilizce ve Maorice. Ziyarete gelen devlet adamlarına da bu nedenle iki kere ‘resmi karşılama’ yapılıyor.
Biri, dünyanın neredeyse her yerinde ve bizim ülkemizde de uygulandığı gibi, yabancı devlet adamının bir askeri birliği denetlemesi, selamlaması ve ulusal marşların dinlenmesiyle gerçekleşiyor.
Bu törenin sembolik anlamı şu: Ziyarete gidilen ülkenin askerine, ‘ben buraya iyi niyetle geldim’ demek. Maorilerin haka dansı da aynı sembolik anlamı taşır. Maori savaşçısı, gelen yabancının iyi niyetini test eder, dostça geldiğini anlayınca bir ‘Tanrı misafirini’ kabul ettiğini gösterir. Nefesler birbirine karışır vs.
‘Kuşatma altındakilere korku vermek için oynanan’ kılıç-kalkan oyunu, işte bu nedenle haka dansı ile karşılaştırılamaz.
Ve sadece bu nedenle de ziyarete gelen yabancılara karşı bu dansı yapmak pek hoş görülmez!