BAŞBAKAN, konuşmasında Deniz Feneri ile ilgili soruşturmanın sonuna kadar götürülmesini istediğini ve sorumluların cezalandırılmasının gerektiğini söyledi.
Bugüne kadar bu konuda sus-pus olan AKP medyası, göreceksiniz ki bugünden itibaren bu konuya girecektir. (Yani: Sabah, Zaman The Rockefeller Times, Yeni Şafak, Vakit, Star, Taraf.)
Bu gazetelerdeki beylere Bülent Arınç’ın gazına gelmemelerini öneririm.
"Yolsuzluklara damardan girsinler" ama o kadar da değil!
Başbakan gibi yapsınlar, kılcal bir damar bulup, onunla oyalansınlar.
Çünkü "ana damarlardan" birine girecek olurlarsa ayaklarına "en ziyade müsamahaya mazhar kişiler" takılabilir, haberleri olsun!
’Yerin kulağı’ değil, ’Recep’in telekulağı’!
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasında şöyle bir bölüm de var: "Yerin kulağı var her şeyi duyuyoruz."
Duyduğunu söylediği "her şey", Doğan Grubu’nda yazarlara verilen "talimatlar" imiş. Kendisi böyle söylüyor.
Bir tuhaf durum yani!
"Yerin kulağı" verilen talimatları nasıl duyuyor olabilir?
Talimat alanlar bunu gidip Başbakan’a söylemeyeceklerine göre, bu "duyum" talimatların verilişi sırasında olmalı.
Demek ki telefonlarımız, e-posta hesaplarımız Başbakan’ın adamlarınca dinleniyor!
Bunu zaten biliyorduk da bu kadar açıkça itiraf edilebileceğine ihtimal vermiyordum.
Buradan Başbakan için bir suç ihbarı yapıyorum. Şimdi olmaz ama gelecekte nasıl olsa Yüce Divan’da yargılanacağı için bir de bu suçlamanın listeye eklenmesini istiyorum.
"Kendine bağlı bir gizli örgüt kurarak gazetecilerin haberleşmelerini takip etmek, Anayasa teminatındaki bir kişilik hakkı olan haberleşme özgürlüğünü çiğnemek!"
Öte yandan kusura bakmasın ama kurduğu bu gizli örgütün kendisini kandırdığını da söylemeliyim.
Çünkü Erdoğan’ın açıklayabileceği "bütün gerçek" diye bir şey yok. Bunu biliyorum.
Yapabileceği tek şey, daha önce sıkça yaptığı gibi "efelenmek" ve dedikodu yapmaktı, nitekim onu yaptı.
Konuşmasını televizyondan izleyemedim, çünkü Berlin’de daha önemli bir iş yapıyor ve sanat galerilerini geziyordum.
Ancak akşam olup otelime gidince önce internetten, pazar sabahı da gazetelerden neler söylediğini okudum.
Başbakan’ın, Doğan Grubu ile ilgili açıklamaları yapmadan önce ceketini çıkarması dikkatimi çekti.
Mahalle kabadayıları da böyledir biliyorsunuz. Biriyle yumruklaşacakları zaman önce ceketlerini çıkartıp, bir kenara koyarlar ki rahat yumruk sallayabilsinler.
O salonda toplanmış AKP’li kalabalığın ve televizyonları başındaki izleyicilerin bu ayrıntıyı fark etmeseler bile bilinçaltlarında algıladıklarına kuşku yok.
Başbakan açısından "uygun bir algılama" diyebiliriz.
Berlin’de bir Türk ressam
BU görüşümü paylaşmayacak olanların sayısı çok olabilir ama bana kalırsa gelecekteki Avrupa’nın merkezi Berlin olacak.
Bu kentteki dinamizm, Avrupa’nın artık yaşlanmış ve yorulmuş hiçbir kentinde yok. Bir yandan dünya mimarlığının açık havadaki "show room"una dönüşüyor, diğer yandan giderek daha kozmopolit bir kent haline geliyor.
Almanya’nın politik ve ekonomik gücü de cabası!
Berlin’e bu kez bir Türk ressamın sergisinin açılışı için geldim.
Bubi’nin Galeri Artist’in Berlin şubesindeki sergisi, çok ihmal ettiğimiz bir gerçeği yeniden hatırlamamı sağladı.
Türkiye günün birinde Maastricht ve Kopenhag Kriterleri’ni harfiyle yerine getirse bile Avrupa’nın bir parçası olacaksa, kendine özgü renklerini yitirmeden kültürel bütünleşmeyi de sağlamak zorunda.
Türkiye’de yetişmiş sanatçıların Avrupa kentlerinde kendilerini göstermeleri de Türkiye ile ilgili yargıların kırılma sürecinde önemli bir görev yapacak.
Bubi’nin "kaos ve düzeni" anlatan "işleri", çöp diye küçümseyip bir kenara attığımız malzemenin bir araya getirilmesinden oluşuyor.
Berlin’e bu son gidişimde Bubi’nin sergisinden önce birçok sanat galerisini gezme olanağı buldum.
Modern Türk resminin, çağdaşı Avrupa resmiyle kıyaslandığında hiç de "yolun başında olmadığını" düşündüren sergilerdi bunlar.
Şunu söyleyebilirim: Bubi, eğer Türk olmasaydı, herhangi bir Avrupa ülkesinden geliyor olsaydı bu sergisiyle Berlin’de çarpıcı bir başarının sahibi olurdu.
Türk olmak kolay değil, biliyorsunuz!
Bunu kırmanın yolu ise Türk sanatını Avrupa’da herkese gösterebilmekten geçiyor.
Kültür Bakanlığı, "bakıp kaldığı" içindir ki bu iş de bir avuç iyi niyetli girişimciye kalıyor.