AKP iktidarının kamu kuruluşları eliyle kendisine bağlı bir yeni zengin çevresi yaratma çabaları bir sır değil.
Bir yandan "Ali Dibo skandalları", diğer yandan belediye ihalelerindeki yolsuzluklarla ilgili olarak başlatılan kapsamlı soruşturma çok konuşulan bir gerçeği gözler önüne seriyor.
Dün gazetede Müteahhitler Birliği Başkanı Erdal Eren’in bir açıklamasını okudum.
Eren, belediyelerin alımlarını Kamu İhale Yasası değişikliğiyle davet sonucu gerçekleştirdiğini, bu nedenle birçok büyük inşaat şirketinin önemli ihalelerden haberdar dahi olmadığını söylüyor.
"Örneğin İstanbul’da bir tünel inşaatının başladığını öğreniyoruz. Bakıyoruz ki iş başlamış ama sektördeki tünel, otoyol, baraj yapımında deneyimli firmalar işten habersiz. Esenboğa yolundaki büyük inşaatı havaalanına giderken gördük" diyor.
Elbette belediyelerin bu yöntemi tercih etmelerinin bir nedeni uzun ihale süreçlerinin yol açtığı gecikmelerden kaçınma isteği olabilir.
Ve elbette ihalesiz verilen her işin ardında yolsuzluklar da olmayabilir.
Ancak değeri milyar dolarları bulan projelerde bile bu yolun tercih edilmesinin yaratacağı rekabet eksikliğinin kamu kaynaklarının iyi kullanılmaması sonucunu doğurma olasılığını da göz ardı etmemek gerek.
Bu tür ihalelerde adı sanı duyulmamış küçük firmaların tercih edilmeleri ise ancak "siyasi tercihlerle" açıklanabilir.
Bu da yolsuzluklara çok açık bir yapı anlamına geliyor!
Nur topu gibi bir tartışma konumuz daha oldu
ESKİ Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun "Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turundaki TBMM Genel Kurulu oturumunda en az 367 milletvekilinin katılımı gerekir" şeklindeki sözleri sayesinde nur topu gibi bir yeni siyasi tartışma konusu kazandık!
Anayasa Mahkemesi eski Başkanvekili Güven Dinçer, Prof. Dr. Erdoğan Teziç ve Prof. Dr. Süheyl Batum, Kanadoğlu’nun görüşlerini paylaşıyor.
Buna karşılık Prof. Dr. Cem Eroğul, AKP milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu ve Prof. Dr. Hikmet Sami Türk ise bu görüşe katılmıyor.
Anayasa hukuku konusunun yetkin isimlerinden altı kişi var ve üçü bir tarafta, üçü diğer tarafta!
Bu nedenle tam bizim ülkemize göre bir tartışma!
Yani asla sonuç alınamayacak, ama seçim gününe kadar ve sonrasında da devam edecek, kimin doğru yorumladığını da halkımız hiçbir zaman anlayamayacak!
Böyle bir yöntem sanırım hukuk düzenimizin içinde yer almıyor ancak bu tartışma daha fazla büyüyüp başımızı ağrıtmadan Anayasa Mahkemesi konuyu tartışıp, bir görüş açıklasa iyi olur diye düşünüyorum.
Ortada belli ki "çok su kaldıracak bir pilav" var ve bizim siyaset erbabımız da bu tür konuları sakız etmeye meraklı olduğu için, hepimiz açısından bir "kurtuluş yolu" olarak bundan başka bir çözüm bulamıyorum.
Beykoz Konakları için eylem önerisi
BEYKOZ Konakları ve Acarkent için yıkım talebiyle dava açıldı.
Orman Bakanlığı, açtığı davayı kazanırsa bu iki sitedeki villalar yıkılacak.
Bakanlığın açtığı dava kat mülkiyeti tapularının iptalini ve arazinin yüzde 6’lık bölümünün dışında kalanının orman olarak tescilini talep ediyor.
Orman Bakanlığı, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir kuruluşu!
Bu villalara tapularını veren kuruluş da bu devletin bir parçası!
Siteler neredeyse 15 yıllık, kimse sesini çıkarmıyor ve şimdi devlet, kendi verdiği tapunun iptalini istiyor.
Tapuyu devlet veriyor, vatandaş tapusuna güveniyor, arada birileri milyon dolarları götürüyor, sonra tapular iptal!
Bir ülkede devletin verdiği tapuya da güvenilemeyecekse, orada "mülkiyet hakkının korunmasından" söz edebilmek mümkün mü?
İstanbul’un çevresindeki ormanlık alanlarda, Hazine arazisi üzerine yapılmış tapusuz dev mahalleler var.
Zaman zaman bu mahallelerde "yıkım yapılmak istendiğini" görüyoruz.
Mahalle ayaklanıyor, çatılara insanlar çıkıyor, kimisi çocuğunu bile kesmek istiyor, göstermelik iki-üç gecekondu yıkılıyor, sonra her şey aynen devam ediyor.
Acaba Beykoz Konakları ve Acarkent sakinleri de böyle bir eylem yaparlarsa, evlerini kurtarabilirler mi dersiniz?