“Zavallı Obama” bu nedenle memleketine hâkim olamıyordu, ama Türk tipi başkanlık sistemi bu sıkıntıyı bertaraf edecekti!
Amerika’daki yeni başkanın da başı basınla dertte. Amerika’nın önde gelen gazeteleri ve televizyonları, Trump’ın geçmişini ve icraatlarını öyle didikliyorlar ki o da çareyi bu tür bütün liderler gibi gazeteleri yalancılıkla suçlamakta buluyor.
Bu da yetmiyor tabii, çünkü araştırmalara göre kaynağı Beyaz Saray olan haberlere halkın sadece yüzde 24’ü inanıyor.
Buna çare bulmak için de başında gelininin olduğu Facebook üzerinden yayın yapan bir online haber kanalı kurdurmuş.
Kanalın adı “gerçek haberler” anlamında “Real News”.
Bu haberi okuyunca aklıma “Zavallı Obama” sözü geldi, içimden “Zavallı Trump” diye mırıldanmadan edemedim.
Gerçi işin başında gelinlerin ya da damatların olmasında bir sakınca yok.
Ama Facebook’tan yayın yapan bir kanal ile rekabet edeceğiniz yayın organlarına bir bakın:
Bir yuvarlak masada, eşi ve dostlarıyla birlikte herkes gibi yemek yiyordu.
Durumu “olağanüstü” kılan şey ise masanın etrafını çevirmiş “özel korumalar” idi.
Ben 24 koruma sayabildim, belki kendisini ortalığa göstermeden koruma görevi yapanlar da vardı, bilemiyorum.
Bir insanın 24 koruma ile gezmesi bana pek normal gelmiyor.
İki olasılık var: Ya bu bey, ciddi bir güvenlik sorunu yaşıyor ve devletin kendisini koruyabileceğinden ümidini kesmiş.
Ya da böyle bir gövde gösterisiyle bazı yüreklere korku salma, güç gösterme çabası içinde.
Bu tekil bir örnek değil.
Geçenlerde Bodrum’da da bir gece kulübüne gözdağı saldırısı oldu ve 17 yaşında bir komi çocuk hayatını kaybetti.
Başkanlığı, FETÖ’nün “dini eksikliklerden” yararlandığını görmemekle suçladı.
Cumhurbaşkanı’nın bu yaklaşımı oldukça ilginç.
Her fırsatta imam hatiplerin ne kadar önemli olduğundan, buralarda gerçek dini bilginin verildiğinden söz ediyor.
Bakanların önemli bölümü imam hatipli, hatta sırf bu özelliklerinden dolayı bakan olmuş olma ihtimalleri bile var.
Ama gelin görün ki bunca imam hatipliye rağmen, Fetullahçı çete, “dini eksikliklerden yararlanıp” devlet içinde devlet olmayı da başarabilmiş
Bu süreçte onlara “ne istedilerse veren” kişi bir “düz lise” mezunu değildi.
Ben senelerce her pazartesi günü bıkıp usanmadan sordum, KPSS sorularını çalanlar ne oldu diye?
Sordum, çünkü bu çetenin bu soruları çaldığı, sadece o sınavla da sınırlı kalmadığı, adamlarını devlete sokuşturmak için bu yolu kullandığı, daha soruların çalındığı hafta belli olmuştu.
Bu ülkede en özgürlükçü olduğunu düşünenlerin içinde bile bir yasakçı uyur, ortaya çıkacak zamanı kollar
Antalya’da faytona koşulu bir at susuzluktan telef oldu.
Doğal olarak bu olay tepkiye yol açtı. İçinde insani duygular taşıyan herkes tepki duydu.
Hemen imza kampanyası başlatıldı ve “faytonların yasaklanması” istendi!
Dikkat ediniz, ilk tepkimiz bu: Faytonları yasaklayalım!
Kimse oturup meselenin kökenine inmedi. Faytonlara koşulacak atlara nasıl bakılacağı, bunu denetlemekle kimin yükümlü olduğu, hayvan sahibinin ve fayton sürücüsünün uymaya mecbur oldukları kurallar vs.
Oysa mevzuatımız zaten bu işlerin önemli bölümünü düzenliyor.
Sorun, bu mevzuata uymamakta direnenler ve o direnenlere yasaların yaptırım gücünü uygulayacak bürokratların “adamsendeciliği”!
Vatana, millete hayırlı olsun, dilerim bu komuta kademesi, kendilerinden öncekilerin düştükleri hatalara düşmesin, karargâhlarına, birliklerine hâkim olabilsinler.
YAŞ toplantısından önce Cumhurbaşkanı ile Başbakan altı saatlik bir toplantı yaptılar.
Bu toplantıya Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli ile Genelkurmay Başkanı da katılmıştı. Kulis haberlerine göre, YAŞ kararları büyük ölçüde bu toplantıda şekillenmiş.
Burada bir dileğimi daha söyleyeyim: Dilerim ki bu kez de yanılmış, kandırılmış olmasınlar.
Fetullahçı çetenin ordu içinde önemli mevkileri ele geçirmeleri ve bir darbeye kalkışacak cüreti kendilerinde bulabilmeleri, daha önce bu ekibin yanılmış, kandırılmış olmasından kaynaklanmıştı. Canikli’nin günahını almak istemem, o Milli Savunma Bakanı olarak ilk kez katılıyor. Bunu da belirtmiş olayım.
Normal olarak üst komuta kademesinin belirlenmesi işi esasen siyasi iradeye ait bir görev olmalıdır.
Ancak daha alt düzeylerdeki komutanların belirlenmesinde liyakat öne çıkmıştır diye ümit edelim.
O listede kimler vardı?
Bunun nedenini de yine aynı köşede açıkladı: Hüseyin Gülerce, DEVLETİN ADAMI imiş
Onun gibi ben de büyük harflerle yazdım, çünkü DEVLETİN ADAMI kelimelerinin büyük harfle yazılmasının nedeni, Gülerce’nin yıllarca Fetullahçı çetenin içinde DEVLET için çalışıyor olmasıymış!
Bir örgütün içine girip devlet için çalışanlara ne ad verilir?
Çok casusluk romanı okuduğum için ben “casus” diyebilirim. İstihbarat görevlisi de denilebilir. Ajan denilebilir. Hafiye de mümkün. Siz istediğinize karar verin.
Peki bu “ajan” kimin adına çalışıyor olabilir? Herhalde Tapu Kadastro adına değil. Tahmin ediyorum Bayındırlık Bakanlığı adına da çalışmamıştır. Ya polis ajanıdır ya da istihbarat örgütünün ajanı.
Bir örgütün içine sızmış, en tepe yöneticilik mevkilerine kadar çıkmış, hatta bir ara örgütün sözcülüğünü üstlenecek kadar örgütün güvenini kazanmış bir ajanın, çok değerli bilgilere ulaşıp devlete iletmiş olmasını bekleriz. Filmlerde, romanlarda böyle oluyor çünkü.
Ama her nasılsa ordu içinde darbe yapmaya kalkışacak kadar bir güce ulaştıklarını, bu isimlerin kim olduklarını devlete bildirmemiş olmalı ki Yüksek Askeri Şûra toplantıları için hazırlanan MİT raporlarında bunların ismine rastlamıyoruz.
Hatta tam tersine bu kişilerin terfilerinin önü açılmış. Düşünün ki Genelkurmay Karargâhı, neredeyse sadece bu tiplerden oluşmuş. Darbe gecesi Genelkurmay Başkanı’nı derdest edecek kadar da sayıları çok!
İrtegün, polisten savcılığa sevk edilmiş, bildiklerini itirafçı olarak savcıya anlatmış, Sulh Hâkimi de bu gerekçeyle adli kontrol şartıyla İrtegün’ü serbest bırakmış.
İrtegün’ün yargılanıp yargılanmayacağını, neyle suçlanacağını elbette henüz bilmiyoruz.
Ama tutuklanmayıp, adli kontrol şartıyla serbest bırakılması doğru bir tutum.
İrtegün, ByLock nedeniyle afişe olmasaydı, savcıya gidip itirafçı olur muydu, bilmiyorum.
Bunu değerlendirebilecek durumda değilim.
Ama ortaya çıkıyor ki “itirafçı” olmak, en azından tutuksuz yargılanmaya olanak sağlıyor.
Bu durumda Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, Akın Atalay niye tutuklu yargılanıyor diye sormak abes çünkü itirafçı olmadılar.
İyi ama örgütün üyesi olmadan nasıl itirafçı olabilirlerdi?
Çünkü biliyorsunuz bağımsız olmayan bir yargı düzenimiz var ne yazık ki.
Elbette usulüne uysun diye mahkeme salonları, yargıçlar, avukatlar, savcılar, dinleyici sıraları filan da var tabii ama buralarda yapılan “zahiri” bir yargılama.
“Zahiri yargılamada” iddianameyi öğrendik, iddiaların ne kadar kof olduğunu da savunmalardan öğrendik.
Pideciler, parkeciler, turistik acentelerden oluşan bir suç örgütü bağlantısının varlığından haberdar olduk.
Gülümsememize de neden oldular ama aslına bakarsanız ağlamalıydık, yargının düşürüldüğü duruma çıplak bir şekilde tanık olduğumuz için!
Ama dedim ya bu “zahiri” (görünürdeki) bir yargılamaydı.
Ve bir tuhaflığa daha tanık olduk, Ahmet Şık, savunmasını öyle yaptığı için de bir kez daha yargılanacak.
Sanırım dünyada eşi benzeri olmayan bir durum bu.