Paylaş
İrtegün, polisten savcılığa sevk edilmiş, bildiklerini itirafçı olarak savcıya anlatmış, Sulh Hâkimi de bu gerekçeyle adli kontrol şartıyla İrtegün’ü serbest bırakmış.
İrtegün’ün yargılanıp yargılanmayacağını, neyle suçlanacağını elbette henüz bilmiyoruz.
Ama tutuklanmayıp, adli kontrol şartıyla serbest bırakılması doğru bir tutum.
İrtegün, ByLock nedeniyle afişe olmasaydı, savcıya gidip itirafçı olur muydu, bilmiyorum.
Bunu değerlendirebilecek durumda değilim.
Ama ortaya çıkıyor ki “itirafçı” olmak, en azından tutuksuz yargılanmaya olanak sağlıyor.
Bu durumda Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Ahmet Şık, Akın Atalay niye tutuklu yargılanıyor diye sormak abes çünkü itirafçı olmadılar.
İyi ama örgütün üyesi olmadan nasıl itirafçı olabilirlerdi?
Oysa durumları itirafçılardan daha pozitif olmalıydı.
Herkes Fetullah’a övgüler düzerken, onlar bu cemaatin bir gizli örgüt olarak devlet içinde yuvalandığına dikkat çekiyorlardı.
Bu, bugün yakalandıktan sonra itirafçı olmaktan daha iyi bir şey değil mi?
Değil, çünkü artık bir hukuk devletinde yaşamıyoruz. Keyfilik, hukukun önüne geçmiş durumda.
Yargı suçlarken de, tutuklama kararı verirken de, cezalandırırken de elindeki delillere, savunmanın söylediklerine bakmıyor.
Yargının gözü başka yerde, oradan gelen işarete göre davranıyor.
TÜRK OLMAK KOLAY DEĞİL
DİYANET Vakfı Genel Müdürü Mustafa Tutkun vekâletle kurban kesimi ile ilgili “fiyatı” açıkladı.
“Fiyatı” kelimesini tırnak içine aldım, çünkü buna “fiyat” demek uygun olur mu bilmiyorum.
Havuz gazetesi haberi verirken “ücreti” demeyi tercih etmiş ama unutmayalım ki ücret özel bir fiyattır, işgücünün fiyatına ücret diyoruz.
Burada bir işgücü hizmeti de var ama sonuçta bir de “mal” var ortada, alınıp satılan ve kesilip eti dağıtılan.
Eskiden dini kitapların arkasında “Hediyesi şu kadar lira” gibi ifade yazılı olurdu, kim bilir belki buna da öyle demek gerekiyor.
Her neyse amacım bu konuda bir tartışma açmak değil.
Vakfın açıklamasına göre Türkiye’de vekâletle kurban kesmenin “hediyesi” 850 lira. Yurtdışında vekâletle kurban kesmek istiyorsanız 600 lira yatırmanız yeterli.
Teorik olarak sevapları aynı olmalı. Peki o zaman “hediyeleri” niye farklı?
Türkiye’de yaşamak, dünyanın diğer yerlerine göre daha pahalı olduğu için mi.
E hani ekonomimiz uçuyordu, hepimiz refah içinde büyüyorduk?
Hayvancılık ülkesinde 850 liraya vekâleten bir koç kestirebiliyorsunuz, ama mesela Somali gibi bir yokluk ve yoksunluk ülkesinde 600 lira.
Tuhaf gelmiyor mu size de?
İLERLEDİKÇE GERİLEYEN BİR TUHAF DEMOKRASİ
KİBAR Feyzo, İhsan Yüce’nin senaryosuyla, yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı; Kemal Sunal, Müjde Ar, Adile Naşit, Şener Şen, İhsan Yüce, İlyas Salman ve Erdal Özyağcılar’ın rol aldığı bir komedi filmi.
Yapım yılı 1978.
O yıllar Türkiye’de işçi hareketlerinin yoğunlaştığı, grevlerin, lokavtların birbirini izlediği yıllardı.
Sokaklarda da slogan yazılmamış duvar neredeyse yok gibiydi.
Seyretmeyen kalmış mıdır bilmiyorum ama konusu da kısaca şöyle: Feyzo (Kemal Sunal), askerden dönünce Gülo (Müjde Ar) ile evlenmek ister. Gülo’nun taliplisi çok olduğu için babası başlık parasını arttırdıkça arttırır ve sonunda Feyzo, 10 bin lirası peşin, 10 bin lirası senet ile başlık parasını öder ve para kazanabilmek için kente göç eder.
Kente göç etmiş saf ve garip Feyzo’nun başından geçenler, o günün toplumsal ve siyasal olaylarının yer aldığı bir fon içinde anlatılır.
Bir sistem eleştirisi filmidir ama aynı zamanda komedidir de, o günkü toplumsal durumumuzdan çıkan bir komedi.
Ve bu film, aradan geçen 40 yıldan sonra televizyondaki bilmem kaçıncı gösteriminde sansürlendi!
Duvarlardaki sloganlardan biri, yayıncı kanal tarafından buzlanarak yok edildi.
Kanalın isminin bir önemi yok. Başka kanallarda da başına benzeri bir iş gelebilirdi.
Çünkü “Yeni Türkiye’de” eleştirinin her türlüsü problem. “Eski Türkiye”nin, eski eleştirileri bile başınıza iş açabilir.
İktidar trollerinin neyi üstlerine alınıp sinirleneceğinin ve o öfkeyle ne yapacağının bir garantisi ve ölçüsü yok.
Çünkü kulağı ve gözü o trollerde olan bir siyasi otorite ve o otoriteye bağlı bir polis ve yargı gücü de hazır olda bekliyor.
40 yıllık eleştirilerden bile korkulan bir ülke olduk, “ileri demokrasiye” geçtikçe, geriye doğru gidiyoruz gibi bir his var içimde.
Paylaş