Amerika’daki geleneksel medya ile dijital kalelerin arasındaki makas açığının giderek nasıl büyüdüğünden söz etti...
- Ve kâğıdın artık altın oluşundan...
*
Türkiye, tüm kâğıt ihtiyacını İskandinav ülkeleri, Kanada ve Rusya’dan karşılıyor.
Döviz kurları arttıkça gazete kâğıtları altın gibi oldu...
- Tirajınızı ne kadar arttırırsanız maliyetiniz o kadar artıyor.
Reklam fiyatlarına ise yaklaşık son on yıldan beri zam yapılmamış.
*
Ve saklı gerçekler de saklanabiliyor demektir...
Peki gerçek ne?
Çoğu zaman bilmiyoruz...
*
Gerçekleri göründüğü, gösterildiği kadar biliyoruz.
- Demek ki görünmeyen birçok yüzü daha var...
Yalanlara odaklıyorlar bizi, haliyle yalan rüzgârlarıyla oyalanıyoruz...
*
Ve bir türlü kaçamıyoruz.
“Beka sorunu var” denildikçe birileri hâlâ işin dalgasında...
Son yüzyılda bu ülkenin yaşadıklarını günümüze kadar sıralarsak ayakta kalmasına bile hayret etmeliyiz...
Dünyanın kutuplaştırıldığı yıllardan küreselleştiği günümüze kadar büyük aktörlerin psikolojik savaşlarıyla uğraşıp duruyoruz...
Ya masalarda,
Ya cephelerde...
*
Şartların eşit olmadığı strateji hesaplarında kardeşlik, dostluk, ittifak ve müttefiklikten söz edilemiyor dahi.
Küresel teknoloji aktörlerine...
Ve mobil telefon şirketlerine...
*
Dijital altyapısı, finansmanı güçlü olan küresel şirketler medya sektörüne giriyor.
Washington Post’u Amazon’un
satın alışı gibi...
Ki Türkiye pazarına girdi bile.
*
Dünkü Hürriyet’in manşetindeki haber geldiğimiz noktayı özetliyor.
- Büyücüler, dolandırıcılar ve organize suç örgütlerinin kurduğu tuzaklar anlatılıyor.
Yıllarca bu tuzakların toplumu nasıl sisler bulvarına savurduğunu yazıyoruz.
Ve tehlikelerinden söz ediyoruz.
*
Kelimeler iki dudak arasından düşüncesizce çıkıyor.
- Toplu dolandırılıyor, düşünüyor, yazıyor, çiziyor, imha ediyor ve katlediliyoruz.
Ve toplu gidip geliyoruz, savruluyoruz ya da düzeliyoruz.
Bin yıllık bir şehir.
Ve belki de bin yıllık sorunlarıyla büyüyerek yaşayan bir şehir.
Ruhumuz yüzyılları kapsıyor.
Beethoven’ın dünyayı büyüleyen ıslığı çalınıyor sanki...
*
İçinden deniz geçen yeryüzünün tek şehri...
1981 yılında geldiğim İstanbul’da otuz sekiz yıl geçip gitmiş...
Gelen gidemiyor, giden dönemiyor sanki...
Aylardan beri uyarıyoruz, yazıyoruz, söylüyoruz...
“Her bildiğini söyleyen cahil kabul edilir” diyen Farabi’yi hatırlıyoruz...
Ve günümüzdeki sosyal medyayı o kadar güzel özetliyor ki...
*
Lakin ne dünyada ne de bu ülkede hiç kimsenin umurunda değil gibi...
Bir ülkenin değerlerine, nesillerine savaş açılmış sanki...
Tehlikenin çanları çalınıyor diye bağıranları duyan bile yok...
*
Ve ardından silah satışlarını hızlandırmıştı.
Daha sonra Rusya’ya karşı bağımsızlığı için destek verdiği Afganistan’a ve İran’dan dolayı da desteklediği Irak’a yıllar sonra savaş açmıştı...
Milyonlarca masum insan hayatını kaybetmişti bu savaşlarda...
Devletlerin dostluğunun ebedi, düşmanlığının da ezeli olmadığına dair gerçekliği bir kez daha anlamıştık...
*
Ve savaşın ardından bu ülkelerdeki siyasi yapılar eşitlikçi kültüründen uzaklaşmıştı.
Afganistan, Irak daha da kötüleşmişti.
Halkın fakirliğinden istifade eden terör örgütleri ise daha aktifleşmişti...