BUGÜNKÜ yazımızı yine okuyucularımızdan aldığımız sorulara ayırıyoruz. Çok sayıda okuyucumuz, sordukları sorularda tasavvuf ve tarikatların dinimizdeki yerini sorgulamaktadır. Bu yazımızda, işte o soruların cevaplarını bulacaksınız.
İslam tasavvufuna ve tarikatlara dair Doğu ve Batı dillerinde binlerce eser ve makale yazılmıştır. Bu eserlerde tasavvuf yolunu ve yöntemini savunanlar olduğu gibi reddedenler de olmuştur. Asr-ı Saadet Müslümanlarında tasavvuf ve tarikatçılık yok, sadece mutedil bir züht hayatı vardır. Hıristiyanlıkta ve diğer Hint dinlerinde olduğu gibi dünyadan el etek çekmek, cemiyetten uzaklaşarak sığınağa çekilmek, evlenmemek, hatta kendini hadım ettirmek; tek kelimeyle dünya nimetlerinden yararlanmamak gibi bir anlayış İslam’ın ruhuna yabancıdır. Buna ruhbanlık denilir ki Hz. Peygamber, "İslam’da ruhbanlık yoktur" sözleriyle bunu ifade buyurmuşlardır.
* * *
Müslümanlık, fetihler sonucu sınırları genişledikçe tabiatıyla içine aldığı yeni insan kitlelerinin kültür hamurlarından da büyük ölçüde etkilenmiştir. İslam dininin başta tevhid olmak üzere bütün ilkelerine bağlandıktan sonra Allah, álem, varlık, yokluk, madde, ruh, ölüm ve ötesi gibi insan zihnini meşgul eden sorular üzerinde düşünenler, kendi ruhi tecrübelerinden ve vicdanlarından da bir şeyler katarak tasavvuf felsefesinin kaynağını meydana getirmişlerdir. Kısaca tasavvuf, insanın Allah’ı kendi vicdanında ve gönlünde bulma arayışıdır. Bunun için kendilerince bazı yöntem ve metotlar geliştirmişlerdir.
İslam sufilerinin birtakım taşkın sözlerine bakarak onların Allahlık mertebesine erişmek gibi bir niyetlerinin olduğu zannedilmemelidir. Onların amacı, Allah olmak değil, Allah’a yaklaşmak ve Allah’ı tanımaktır. Evet, Allah bize şahdamarımızdan ve vicdanımızdan daha yakındır. Ama bu durum ne Allah’ın insanlaşmasını, ne de insanların Allahlaşmasını gerektirir. Allah, Allahlığını kimseye vermez.
Tasavvuf ve onun teşkilatlanmış hali olan tarikatlar en çok Türk-İslam dünyasında gelişme göstermiştir. Medrese alimlerinden, imam ve vaizlerden daha çok halkın ilgi ve teveccühüne mazhar olmalarının, şüphesiz birtakım sebepleri vardır. Bir kere onlar her insanda Allah’tan yansıyan bir ışık olduğunu görmüş, bu noktadan hareketle káinatın her tarafını cennet görmek ve bütün insanlığı sevip kendi şahsi arzularını hiçe sayarak başkalarının mutluluğu için yaşamak gibi beşeri bir olgunluk sergilemişlerdir.
Bunun yanı sıra, bir değerli yazarımızın da ifade ettiği gibi, topluma faydalı bir teşekkül oldukları zamanlarda açtıkları imaretler Türk-İslam dünyasında açlık mefhumunu ortadan kaldırmış, "kimsesizlik" ve "gariplik" denilen talihsizlikleri sadece insan ruhunun Tanrı diyarından uzak kalması gibi manevi bir anlam haline getirmişlerdir.
Onlar, yerine göre toprağı imar eden bir bahçıvan, el emeğiyle geçinmeye çalışan çiftçi, sefer anında orduya destek olan gönüllü asker, sanat ve meslek dallarında yetişmiş sanatkár, sözü sohbeti dinlenen bir yol gösterici, fetihler sırasında askerin maneviyatını yükselten vaiz, maddi ihsanlara iltifat etmeyen kanaatkár derviş, alan el değil veren el, dininden ve inancından taviz vermeyen, ancak farklı düşüncelere, anlayışlara hoşgörüyle bakan şahsiyet, zulme karşı daima hakkın ve halkın mücadelesini yapan kahramandırlar.
İkbal’in deyimiyle, o kahramanlar nefisleri uğruna beldeler zapteden, canlar yakan tipler değil, "Allah adamları"dır. Bunlar toplumlarını canlandırır, insanların damarlarına hayat iksiri üfler, onları ince ruhlu, duygulu, "sahib-i dil" (gönül adamı) yaparlar. Onlara yeni bir ümit ve yaratıcı bir hayat mesajı aşılarlar.
* * *
Gerçek şudur ki; geçmişte Allah sevgisini, insan sevgisini, káinat sevgisini esas alan ve kişiyi ilahi sevgiye ulaştıran İslam kültür ve medeniyetinin ruh ve estetik yönünü hoşgörülü bir davranış modeliyle kitlelere ulaştıran bu müesseseler ve onların hoşgörülü yaklaşımları zaman içerisinde istismar edilmiş ve günümüzde saf ve temiz duyguya sahip insanları sömüren birtakım sahte derviş ve şeyhlerin türemesine yol açmış, bu sebeple de kapatılmışlardır.
Cüneyt Bağdadi bu bozulmayı şöyle tasvir eder:
"Ah! Tasavvuf sahipleri, álemden nihan oldu/Din esası bozulup, bir başka esas oldu.
Zühd, vera’ ahlak ve teslim idi dinin esası/Şimdi kuru bir kavga, feryad ve figan oldu.
Yol kesenler şeyh olup, mürşidlik taslıyorlar/Takva gitti, zühd, irfan boş söz, hezeyan oldu."
SORALIM ÖĞRENELİM
Zor durumda bulunan insanlar için İnşirah Suresi ferahlık veriyormuş, bunu açıklar mısınız?
Aytaç GÜVEN/İSTANBUL
Zor duruma düşen, hayatın zorluklarından bunalan kişinin İnşirah Suresi’ni okuyup düşündüğünde rahatlayacağı doğrudur. Çünkü o surede bir zorluğa karşı bir kolaylık vaat edilmektedir. Yani, yüce yaratıcı bir zorluk mukabilinde bir kolaylık yaratıyor. İnşirah, açılmak, ferahlamak demektir. Hz. Peygamber’in göğsünün açılıp ferahlanmasından söz etmekle başladığı için bu adı almıştır. Anlamı şudur: "Ey Muhammed! Biz senin göğsünü açıp ferahlatmadık mı? Senden yükünü hafifletip kaldırmadık mı? O, sırtına pek ağır gelmişti. Senin şanını yükseltmedik mi? Şüphesiz her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Evet, elbette her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Öyle ise bir işi bitirip boş kaldığın zaman tekrar o işe koyul. Yalnız, Rabbına yönel."
İslamiyet’te El Kaide nerededir?
Serdar YILMAZ
El Kaide bir terör örgütüdür ve İslam’ın hiçbir yerinde değildir. İnsanın gerekçesi ne olursa olsun, masum insanları öldürme hakkı yoktur.
Bir hadis kitabında Muaz b. Cebel’in Hazreti Peygamber’in kanını içtiği rivayet ediliyor, doğru mu?
Abbas MEHRUH
Bazı hadis kaynaklarında, Muaz b. Cebel’in Peygamber’e olan aşırı sevgisinden dolayı, başından aldırdığı kanı içtiği rivayet edilmektedir. Şüphesiz, Hz. Peygamber’in böyle bir davranışa izin vermesi mümkün değildir. Muaz b. Cebel’in de böyle bir işe kalkışması ihtimali uygun görülmemektedir. Dolayısıyla bu rivayet sağlam değildir.
Cevşen takıyorum, bu halimle tuvalete ve banyoya girmem doğru mu?
Deniz KÖKSOY
Cebinizde veya bir muhafaza içerisinde boynunuzda taşımanızda bir mahzur yoktur.