DİN, Allah’a ve ahret gününe iman etmiş her insan için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.
Allah ile kul arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar, öğütler ve yasaklar manzumesidir. Allah’ın vaat ettiği sonsuz áleme varışın öncesinde kulluğumuzun sınavdan geçtiği iman-ahlak-ibadet üçgeni üzerine kurulmuş bir hayat piramididir. Bu piramidin tepesinde mutlak varlığın ve hákimin tek ve eşsiz iradesi vardır. Kuralları koyan da, sınavı yapan da, sonunda cezayı veren de O’dur.
* * *
O, Kuran’da ‘din günü’ diye tarif edilen kıyametin sahibidir. O gün, káinatı bir káğıt parçası gibi dürecek, dağları ufalayıp birer toz bulutu halinde savuracak olan muhteşem kudret, yaratıp akılla şereflendirdiği insandan kendisine mutlak itaat ister. O’nunla pazarlık yapılamaz, O’nun dışında bir temyiz mercii yoktur. O’nun koyduğu cezayı O’ndan başkası kaldıramaz. O’ndan başkası affedemez ve bağışlayamaz.
İman eden insan öncelikle böyle bir idrakle bağlıdır yaratıcısına. Sonunda öleceğini, toprak olacağını ve tekrar dirilerek O’nun mahkemesinde hesaba tutulacağını iyi bilir. Yaşadığı hayat, onun için geçici bir sınav yeridir. Ölümsüz ve ebedi hayat ise gideceği álemdedir. Orada, inkár edenler için yakıtı insan ve taş olan müthiş bir ateşin lavlarından yükselen sonsuz bir azap vardır. İman edenler için ise altından ırmaklar akan cennet yurtları müjdelenmiştir.
Bu değişmez gerçeğe inanan mümin, 60, 70, bilemediniz 100 yıl sürecek geçici bir dünya hayatı ile ebedi bir hayatın Yüce Allah tarafından kendisine vaat edilmiş nimetlerini takas etmeyi aklından bile geçirmez. İnandığı dinden hiçbir şekilde taviz vermez. Allah’ın öğütlerine uyar, yasaklarından sakınır. Buna azami bir itinayla riayet eder. İbadetlerini yerine getirir, iyi ve erdemli insan olmanın gayreti içinde olur. Haramdan, yalandan ve nifaktan sakınır, iyilik ve güzelliklerin yolunda yürür. İşte bu dindarlıktır.
Dindar insanın yegáne rehberi Kuran ve sünnettir. O’nun dışında yol arayanlar bir çıkmazın peşindedirler. Yüce Allah, kendisi ile kulu arasına hiçbir aracıyı koymamıştır. Peygamberlerine bile böyle bir yetki vermemiştir. Onları sadece tebliğle görevlendirmiştir. Kendisini kuluna ‘şahdamarından daha yakın’ bir mesafeye koymuş olan Yaratıcı ile kulun arasına hiç kimse giremez, girmemelidir. Allah ile kul arasına aracı koymak, ancak bir müşrikin sürüklenebileceği felakettir. Dine en büyük kötülük buradan gelir.
* * *
Şirk müessesini yıkıp yerle bir eden İslam böyle bir gafleti ve ihaneti kabul etmez. İrticanın kalıpları da ancak böyle bir bataklıkta dökülür. Din adına her türlü istismar ve çıkarcılık bu bataklıkta ürer. Hurafe ve bidatler bu bataklıkta çoğalıp etimize, kanımıza ve ruhumuza bulaşır. Böyle bir durum, irticanın ta kendisidir. Dindarlıkla irtica, ‘Habil’ ve ‘Kabil’ gibi birbirine zıt ve düşman kavramlardır. Birinin olduğu yerde diğerine hayat hakkı yoktur.
Burada aydınlarımıza ve sorumluluk mevkiinde bulunan insanlarımıza düşen bir görev var. İnsanımızı Kuran ve sünnetin ışığında aydınlatarak irtica bataklığını kurutmak. Bu da, her seviyedeki insanımızın ve özellikle de aydınlarımızın dine sahip çıkması, ona komplekssiz bir yaklaşımla saygı ve hoşgörü alanları açmasını gerekli kılmaktadır.
Bütün dindarları aynı kefeye koyup bundan korkunç, ya da baş edilemez bir ‘irtica’ paranoyası çıkarmak ne kadar yanlışsa, dindarlığı yanlış anlayıp toplumu yanlış inanış ve uygulamaların yıkıcı sonuçlarına yönlendirmek de o derece kabul edilemez ve affedilmez bir davranıştır. Böyle bir sorumsuzluğun altından hiç kimse kalkamaz.
* * *
İrtica, kelime ve günümüzde kabul gören anlamı itibarıyla geriliği, bağnazlığı, tutuculuğu temsil eden bir kavramdır. Oysa, tarihe baktığımızda milletimizin yeniliklere karşı olmadığı, aksine onları en iyi şekilde benimseyip kendi hayatına geçirdiği yolunda birçok tarihi ve sosyolojik gerçekler vardır.
Türk toplumunun ezici çoğunluğunun laiklikle, cumhuriyetle ve onun ürettiği değerlerle bir sorunu yoktur.
İnandığı gibi yaşama arzusu vardır. İşte bu ‘inandığı gibi yaşama’ arzusunu hurafe ve bidatlere göre değil, Kuran ve sünnete göre bir değer haline getirmeyi başarabildiğimiz an, toplumu bu ikilemin yarattığı huzursuzluktan çekip çıkarma şansımız vardır. Devlet-millet kaynaşması, huzurumuz, dirlik-düzenliğimiz; hepsi buna bağlıdır.
Milletimizin Regaip kandilini kutluyorum.
SORALIM ÖĞRENELİM
Nazar var mıdır?
Ayşe Meltem/İSTANBUL
Nazar veya göz değmesi, yani bazı kimselerin bakışlarıyla insanlar üzerinde zararlı etkiler meydana getirebildikleri dinen de kabul edilmektedir. Nitekim, Kuran’da ‘... İnkár edenler, Kuran’ı dinlediklerinde, neredeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdir’ (Kalem Suresi, ayet 51-52) buyurulmuştur. Hz. Aişe’den rivayet edilen bir hadiste de, ‘Nazardan Allah’a sığının, çünkü nazar (göz değmesi) haktır’ denmektedir. Nazara karşı Muavvezeteyn (Felak ve Nas) surelerinin okunması tavsiye olunmaktadır. Nazarın mahiyeti ve nasıl olduğu henüz kesin olarak bilinmemektedir.
Yaşlı bir adamım. Oğlum bana yaşlılık maaşı bağlatmak istiyor, ben haram olur diye kabul etmiyorum. Ne dersiniz?
Sabri Mihman/ANKARA
Yaşlı ve muhtaç kimselere devletçe verilen yaşlılık aylığını almanızda dini açıdan bir sakınca yoktur.
Bir yapı kooperatifine girdim. Binalar bitti, şimdi kura ile herkesin dairesi belirlenecek. Bu doğru mudur?
Binali Poyraz/İSTANBUL
Kooperatif ortaklarının yerlerinin belirlenmesi için hisselerine göre hak sahibi kişiler arasında kuraya başvurulmasının dini açıdan bir sakıncası yoktur.
Namaz kılarken başımıza sarık sarıp bir ucunu sarkıtmanın daha çok cevap olduğu konusunda Peygamberimizin hadisi var mıdır?
Osman Bozkurt/ANKARA
Bu soruyu daha önce de cevaplandırmıştım. Tekraren ifade etmem gerekir ki bu İslam’dan önce ve Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde Arabistan’da uygulanan yaygın bir ádetti. Başı güneşin yakıcı sıcaklığından korumak için, esasen buna ihtiyaç vardı. Hz. Peygamber de o dönemdeki bütün insanlar gibi, genel olarak başına sarık sarmaktaydı. Ancak bu, ibadet amacıyla yapılan özel bir davranış değildi. Bu itibarla, kılınan namazın sevabı şu veya bu kıyafetle kılınmasına göre değil, kişinin samimiyetine ve ibadetine göstereceği dikkate göre çok veya az olur. Sarıkla kılınan namazın faziletine dair nakledilen hadislerin hemen hepsi zayıftır. Büyük hadis bilgini el-Acluni bunlarla ilgili olarak ‘her biri diğerinden daha zayıf’ değerlendirmesini yaptığı gibi, İmam Buhari de ‘es-Sahih’ adlı eserinde konu ile ilgili olarak açtığı bab başlığı altında sarığın faziletiyle ilgili hiçbir hadis nakletmemiş; böylece bu konuda sahih hiçbir hadis bulunmadığını göstermiştir.
Türbelerden yardım beklemek doğru mudur?
Dursun Öztürk/MUĞLA
Kabir ve türbelerde medfun bulunan ölülerin Allah’ın kulları olduğunu, kendilerine tanınan hayat süresini dünyada yaşayarak ecellerinin sona ermesiyle kabirlere defnolunduklarını, hayatta bulunanlara hiçbir yarar ve zararlarının olmayacağını bilmek, dinen uygun bir tavırdır. Allah’tan başka hiç kimseden yardım beklenemez ve umulamaz. Dolayısıyla, türbelerden medet ummak doğru değildir.