Akletmeye dair

AKLETMEK, kutsal kitabımız Kuran’ın üzerinde oldukça sık durduğu bir konudur.

Yüce Allah bizleri, kendimizi ve yaşadığımız evreni tanımak ve ona hükmetmek, geçmişi öğrenip bugünü bilerek yaşayıp geleceğin inşasını tesadüflere terk etmemek, bireysel ve toplumsal yaşamı uyumlu hale getirmek, cehaleti ve cehaletten kaynaklanan sorunları yok etmek için Kuran-ı Kerim’in yüzlerce ayetinde, sahip olduğumuz akletme yeteneğimizi yeterince geliştirmeye davet etmektedir.

Kuran-ı Kerim’de beş yüzden fazla düşünme ve akletme eylemine vurguda bulunulması, bu fiilin değerinin ne kadar yüce olduğunu kendiliğinden ortaya koymaktadır.

İslam, insanın düşünce hayatını ve muhakeme yeteneğini geliştirmek için özel bir gayret göstermiştir. İslam buna, bireyin ve toplumun ıslahına, bozulmaya neden olmuş gerçek saiklere yönelerek başlamıştır. İslam dini, bozulma ve yabancılaşmanın esas itibarıyla akletme ve düşünme melekesinin pasif hale getirilmesinden sonra başladığı gerçeğinden hareketle, insanların bu üstün melekesini yeniden kazanmasına büyük önem vermiştir. Getirdiği inanç, ibadet ve ahlak sisteminin insanları mutlu edeceğinden emin olan İslam, doğru düşünceden, parlak fikirlerden korkmamış ve bu alanda oldukça özgürlükçü bir tutum içinde olmuştur. İlim ve fikir hayatı ne kadar gelişirse İslam’ın ulvi ve kudsi veçhesi (yönü) o kadar iyi anlaşılacaktır.

Kuran-ı Kerim insan zihnini ve zekásını geliştirmek için kendine has bir yol takip etmektedir. Şöyle ki Kuran, insanların göğe, yıldızlara, aya ve güneşe bakıp bunlar üzerinde düşünmelerini istemektedir. "Üzerindeki semaya bakmıyorlar mı? Onu nasıl inşa ettik ve süsledik." Keza Kuran, insanların yeryüzündeki fiziksel hadiselere bakmalarını; yerle göğün yaradılışı, geceyle gündüzün art arda gelişi, gemilerin denizlerde yüzüp gidişi, semadan yağan yağmurlarla yeryüzünün canlanışı, rüzgárların esişi, bulutların dolanmaları üzerinde de düşünmesini teşvik etmektedir. Kuran aynı zamanda sosyal ve tarihi olaylara dikkat çekerek bunlar üzerinde düşünülmesini ve dersler çıkarılmasını istemektedir.

İslam, insanları hür ve serbest olarak düşünmeye, bağımsız düşünceyle rey ve içtihatta bulunmaya davet eder. Hür, serbest ve bağımsız olarak düşünmek ve düşünüleni de rahat ve korkusuzca ifade etmek İslam’da esastır. Bunun en önemli delili, Kuran’da insanlar düşünmeye ve akıllarını kullanmaya davet edilirken hiçbir kaydın konulmaması ve belli şartların bahis konusu olmamasıdır. Kuran’daki düşünme ve düşünüleni ifade etme mutlaktır. Yine bu yüzden İslam taklide, taassuba ve peşin hükümlere karşı çıkmıştır.

Şu hususun da vurgulanmasında fayda mülahaza ediyorum: İslam’da hiçbir kimsenin fikrinin, kanaatinin, rey ve içtihadının mutlak suretle dokunulmazlığı söz edilmeyeceği gibi tenkit edilemez ve tartışılamaz düşüncesi de mevcut değildir. Gerekli bilgi, ehliyet ve liyakate sahip olmak şartıyla İslam edebi ve terbiyesi dairesinde usulüne göre herkes tenkit edilebilir, düşünce ve görüşleri tartışılabilir.

İslam’da tenkit ve münakaşa hakkı ve serbestisi vardır. Hz. Aişe’nin ve Hz. Ömer’in yaptığı tenkitler ve onlara karşı yapılan tenkitler meşhurdur. Tabiatıyla bu konuda İslam dünyasında birtakım menfi gelişmeler olmamış değildir. Kuran’ın öngördüğü hür ve serbest düşünme prensibine uymayan bu tür uygulamaları, İslam’ın kendisine hamletmek yerine Müslümanların hatalarına bağlamak ve bunları İslam’ın özünden bir sapma olarak değerlendirmek gerekir.

* * *

İslam’ın getirdiği evrensel ilkeler sadece İslam dünyasını değil, tüm insanlığı saadete kavuşturacak mahiyettedir. Ancak bu özgün ve evrensel ilkeler, tarihsel ve mahalli uygulama şekillerinden ayıklanarak insanlığa takdim edilmelidir. Bunu başarabilmek için kendi aklımızın işleyiş tarzını değiştirmemiz lazım gelmektedir. Çünkü Cenab-ı Allah, Kuran’da statik bir aklı değil, sürekli düşünen dinamik bir akıl istemektedir. (Bakara, 44, 73).

Netice itibarıyla bugün yapılması gereken şey, tarihi tecrübeden ve bilgi birikiminden yararlanmayı ihmal etmeden, İslam düşüncesini hareketli ve bereketli olan ilk kaynağa bağlamaktır. İslam bir saat düşünmeyi, altmış yıl nafile ibadetten daha hayırlı saymıştır. Düşünmeyi ibadet sayan İslam dininin bütün makul ve ilmi faaliyetlere açık olduğu ortadır.

SORALIM  ÖĞRENELİM

Namazın kazaya kalmasını meşru kılacak sebepler var mıdır? Bunlar nelerdir?

Mehmet HATİMOĞLU/KASTAMONU

Namazın kazasının meşru olacağı haller uyku, savaş esnasında düşmandan hiç fırsat bulamamak ve unutmaktır.

Hz. Peygamberimize Arap ve Acem’in Peygamberi deniliyor. Acem’den maksat İranlılar mıdır?

İrtem MANİDAR/ALMANYA

Bizde Acem kelimesinden kastolunan, İranlılardır. Arap dilinde ise Acem, Arap olmayan milletlerdir. Yani Hz. Peygamber, hem Araplara hem de Arap olmayan milletlere gönderilmiştir.

"Güneş tutulması, büyük bir şahsiyetin ölmesine işaret" diyorlar. Böyle bir şey var mı?

Selim DAĞLI/KKTC

Peygamberimizin oğlu İbrahim’in vefat ettiği gün güneş tutulmuştu. Halk, İbrahim’in ölümünden dolayı güneş tutuldu dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz; güneş ve ay tutulmasıyla ilgili böyle bir inancın yanlış olduğunu bildirerek şöyle buyurdu: "Güneş ve ay, hiç kimsenin ölümü veya hayatından dolayı tutulmazlar. Bunu görünce namaz kılın ve Allah’a dua edin."

Trabzon’da doğdum, ancak İstanbul’a yerleştim. Trabzon’a gittiğimde seferi olur muyum?

Necati HATIRLIOĞLU/İSTANBUL

İstanbul’a yerleştiğinizden dolayı doğum yeriniz olan Trabzon’a gittiğinizde 15 günden az kalmaya niyet ederseniz misafir sayılırsınız.

Kalu-Bela zamanı neye denir? Nasıl başladı?

Serhat KOÇ/MERSİN

Yani Cenab-ı Hakk ruhlarımızı yarattığı vakit bunlara hitaben "Elestü birabbiküm" yani "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sordu. Onlar da "Bela-Evet Rabbimizsin" dediler. O zamandan beri Müslümanım demektir.
Yazarın Tüm Yazıları