Paylaş
Bilen bilir, “Baldur’s Gate” 1998 çıkışlı bir oyun serisi. Geçenlerde çok uzun bir aradan sonra üçüncüsü piyasaya çıktı. Ben de bir süre “Ya eski günlerin hatırına şu işe girsem ve zaten elimde sınırlı miktarda kalmış olan saatlerimi bu şekilde harcasam mı?” diye düşündüm. Ama bu kısa düşünce, fiyatının 60 dolar olduğunu görünce hızla buharlaştı.
Aynı şeyi başka dönemdaşlarım da düşünmüş ki geçen sabah üniversitedeki ev arkadaşımdan şöyle bir mesaj aldım:
“Oğlum, ‘Baldur’s Gate 3’ oynayayım, gençliğime gençlik katayım dedim. Ama 500 lira satış fiyatı koymuşlar. Bilgisayar da kaldırmıyor zaten, yenisini alsam alamam. Bir oyun oynamak binlerce liralık projeye dönmüş. Şimdi fark ettim ki biz hayatımızın en ‘Beverly Hills günleri’ni aslında fark etmeden üniversitede yaşamışız. İstediğimiz zaman ‘Baldur’s Gate’ oynuyor, istediğimiz zaman bir şeyler içmeye gidiyorduk. Tamam evin salonunda yer yer çekirdek kabukları falan vardı yerde ama yaşam kalitemiz açık ara daha yüksekti. Oradan sonra hep aşağı gittik.”
Hijyen arttı, refah düştü
Güldüm ve katıldım kendisine. Çekirdek meselesi biraz sıkıntıydı evet. Üçüncü ev arkadaşımız çok çekirdek yiyordu, önüne geçemiyorduk. Seviyorduk da kendisini çekirdeği haricinde, o yüzden atmak istemedik. Bir gün park bankında çok affedersiniz bira içerken arkadaşın yere bakıp hüzünle “Yalnız bu bank ve çevresi bizim kanepe ve çevresinden daha temiz durumda” dediğini hatırlıyorum.
Ama hijyendeki tartışılmaz artışa karşılık, refahımızda düşüş olduğu tespiti büyük oranda doğru. İki uyduruk bilgisayarı odadan odaya kablo çekerek birbirine bağlamıştık ve canımız hangi yeni çıkan oyunu çekerse bir şekilde edinip oynayabiliyorduk. ‘Sokak yemeği’ kavramı o zamanlar şu andaki gibi havalı bir şey değildi. ‘Füme bilmemneli dürüm 57 lira’ gibi menüler yoktu. Dolayısıyla sokakta bir şey yemek, esnaf lokantasına gitmek, yeri geldi akşam iki eğlenmeye gitmek gibi hususlarda da çok sıkıntı yaşamıyorduk. Şimdi aynı ekip buluşalım da akşam yemeğe gidelim dedik mi, birisi mutlaka “Ya boş verin dışarıyı, gelin ben size evde makarna yapayım” diyor. İyi yönünden bakacak olursak bunu bir gençlik ritüeli kabul edebilir, “Ne güzel, genç gibi yaşıyor, genç kalıyoruz” diyebiliriz.
Ha bugün olanlardan neyimiz yoktu? Platformlar yoktu mesela. O yüzden arkasına çataldan anten taktığımız televizyonda ‘Çocuklar Duymasın’ ve yerel kanalda piyanist şantör izleyebiliyorduk. Gerçi bunun da faydasını görmüş olabiliriz. İzlenecek mantıklı bir şey olmadığından daha dışadönük insanlar olmak zorunda kaldık.
98 modelini mi alsak?
Şimdi tekrar “İçeri dönelim, bütçe açığı vermeyelim” diyoruz ama içeri bütçesinde de bu “Baldur’s Gate” meselesindeki gibi problem çıkıyor işte. Neyse ona da şöyle bir çözüm bulduk: Gidip temiz temiz 1998 model oyunu alıp oynayalım. Hem fiyat makul hem bizim bilgisayarlara uygun hem de sorular çalıştığımız yerden gelmiş olur.
Parktır, banktır, serseriliktir, o kısımlarsa geçti zaten bizden. Geçmeyenden de geçiriyorlar nasıl olsa.
Paylaş